“Türkiye’de Gazeteciler Mesleklerini Direnerek Yapıyor, Bu İklim Mutlaka Değişmeli”

Genel Haberler Makale

Tıp Dünyası Haber Merkezi

Tıp Dünyası Yayın Kurulu Gazetecilerle Buluştu: Türkiye’de gazeteciler direnerek gazetecilik yapıyor, bu iklim mutlaka değişmeli.

Tıp Dünyası Yayın Kurulu olarak bu sayımızda Ankara’daki gazetecilerle buluştuk. Pandemi sürecinde yaşanan bilgi kirliliğinin yarattığı etkiyi, medyanın güncel yapısını ve infodeminin önüne geçmek için medya alanında yapılabilecekleri konuştuğumuz bir sohbet oldu. İktidarın gündeminde yer alan “dezenformasyon” yasasının ne anlama geldiğini ve sağlık haberciliğinin nasıl olması gerektiğini konuştuk.

Deniz Erdoğdu: İnfodemi, Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre, salgın zamanlarında fiziksel ve dijital ortamlarda yayılan yanlış, yanıltıcı bilgi fazlalığıdır. Domuz gribinde, kuş gribinde bu teyit edilmemiş, yanlış bilgilerin çokça yayıldığına tanık olduk. COVID-19 salgınıyla birlikte infodemi, katlanarak arttı. TTB de bu konuda çok hassassiyet gösteriyor. İnfodemi Çalışma Grubumuz da bu konuda sempozyum ve panel düzenledi. Bugün, infodemiye çok girmeyeceğiz belki ama sağlık haberciliğinde doğru yol ve yöntemler ile dezenformasyon ve sansürü içeren gündemler üzerine konuşmak istedik.

Sibel Yükler: Ben, konuya biraz da giriş olması için, TTB COVID-19 raporunda da bu konuya ilişkin hazırlanan yazıda altı çizilen noktalar üzerine konuşmak isterim. Medyada pandemi tedirginliğini körükleyici, dezenformasyona yol açan çok fazla haber vardı ama yine de medyanın pandemiye yaklaşımını şuradan da okumak lazım: Dünya, pandeminin şokuna çok hızlı girdi. En son yüz yıl önce bir pandemi görüldüğü düşünüldüğünde bu şok durumu normaldi. Tabii ki bu şokun medyada da yansımaları oldu. Pandemi haberlerine sıradan bir sağlık haberi gibi bakmak olanaklı değildi. Hangi bilginin, verinin nasıl verileceği kestirilemedi. Sağlık işin bir yanıydı ama pandeminin neden olduğu emek, ticaret, ev içi şiddet gibi sorun başlıkları gözlendi. Bu da felaket haberciliği veya magazinsel içeriklere yol açtı.

Bununla birlikte tıp dünyasının da pandemi sürecinde bir ağız birliğine erişmemesi, uzman görüşmelerinin farklılaşması, tanınmış hekimlerin sosyal medya hesaplarında birbirinden farklı yönlendirici içerikler üretmesi, gerek tanı ve tedavi koymada gerekse devletleri ve hükümetleri yönlendirme farklı açıklamalar yapılması bu bilgi keşmekeşini besledi. Ben tartışmaya böyle bir giriş yapayım, birlikte derinleştirelim isterim.

Sultan Özer: Pandemi döneminde üretilen yanlış haberlerde sadece gazetecilerin hatalı olduğunu düşünmüyorum ben de. Sözüm meclisten dışarı elbette. Kendilerini hekim diye tanıtan, medyada yer bulmaya çabalayan kişilerin de bu bilgi kirliliğine yol açtığını düşünüyorum. Pandeminin ilk döneminde çevremizdeki insanların marketten aldığı süt kutularını, makarna paketlerini bile yıkadıklarına tanık olduk. Biz, mümkün olduğunca TTB’nin ve uzmanlık derneklerinin açıklamalarının takip edilmesi gerektiğini söyledik. Hep bu bilgileri yaygınlaştırmaya çabaladık. Aşılanmayı teşvik ettik. TTB’yi en güvenilir kurumların tepesine yerleştiren buydu belki de.

Deniz Erdoğdu: Doğru söylüyorsunuz. Pandemide geleneksel tamamlayıcı tıp adı altında, bilimsel dayanaktan yoksun, teyit edilmemiş ne yenip ne içilmesi gerektiğini söyleyen çok sayıda açıklama gördük. Bu bilgiler, dijital ortamlarda da hızla yayıldı.

Sibel Yükler: Ben, “şarlatan” isimlerin dışında tıp dünyasında görüşlerine değer verdiğimiz hekimlerin ağız birliği etmemesinin altını çizmek istiyorum yalnız. Söz gelimi BBC, görüşlerine önem verdiğimiz, güvenilir bir hekime başvuruyor; bir başka güvenilir hekim ise sosyal medya hesabından o görüşleri eleştiriyor.

Türkiye’ye özgü önemli sorunlardan biri, sağlık muhabirliği istihdam edecek yeterlilikte haber merkezleri kalmaması. Ana akım/egemen medyanın tükenmesiyle haber merkezlerinin Ankara büroları neredeyse ortadan kalktı.

Gökçer Tahincioğlu: Sibel ve Sultan’ı tamamlamak için ben sürecin biraz daha başına gitmek istiyorum. Bir kere şunu vurgulayalım: Pandemi gibi atmosferlerde “uzman muhabirliği”ne ihtiyaç vardır. Normal şartlarda bir alanda uzmanlaşmış muhabirlerin yetişme süresi iki, üç yıldır. Altı ayda uzman muhabir yetiştiremezsiniz.

Türkiye’ye özgü önemli sorunlardan biri, sağlık muhabirliği istihdam edecek yeterlilikte haber merkezleri kalmaması. Ana akım/egemen medyanın tükenmesiyle haber merkezlerinin Ankara büroları neredeyse ortadan kalktı. Küçük ölçekli haber merkezleri ise sağlığı daha geciktirilebilir bir alan olarak görmeye başladı.

Deniz Erdoğdu: Geciktirilebilirden kastımız nedir tam olarak?

Gökçer Tahincioğlu: Söz gelimi ben beş kişiyi istihdam edebileceksem önceliğim sağlık muhabirliği olmaz. Siyaset, parlamento, adliye, emniyet ve ekonomi alırım. Eğitim, sağlık gibi alanlar talileştiğinden, pandemi patlak verdiğinde yetişmiş gazeteci sınırlılığı söz konusu oldu. Tabii ki profesyonel, uzman bir gazeteci her alanda gazetecilik yapabilir. Bilgi için kimi arayacağını, kimden teyit alacağını bilir. Fakat bu noktada yine Türkiye’ye özgü bir başka sorun ortaya çıkıyor: Haber koşullarının ve davranış biçimlerinin ilkelerden uzak olması.

Örnekleyelim. Bir sağlık haberinde kimden görüş alırsınız? Öncelikle mağdurdan; ki bu hasta veya hekim olabilir. İkincisi, mağdur öznenin karşısında konumlanan kurumun sorumlusundan; ki bu da ameliyat eden hekim, başhekim, bakan vs. olabilir. Üçüncüsü; meslek örgütünden. İşte Türkiye’ye özgü sorun burada beliriyor. İşin bir tarafı olan idare, diğer tarafı olan meslek örgütünü suçlulaştırmaya çalışıyor. Meslek örgütünü yalancılıkla ve düşmanlıkla; gazeteciyi de yalan görüşe yer vermekle suçluyor. Öte yandan idareden yetkili birine ulaştığımızda, merkezileşmeye bağlı olarak “İhtiyaç halinde bakanımız bir açıklama yapar” karşılığı veriliyor. Bakanlığı esas alalım desek; pandemi döneminde verileri gizleyen, filyasyon ekiplerinde kimlerin olduğunu açıklamayan bir bakanlıktan söz ediyoruz. “Gizlilik” koşulunu emniyet ve adliye alanlarında görebilirsiniz ancak sağlık alanında -kişilerin özel bilgilerinin gizliliği hariç- halk sağlığı adına kamuoyuna sağlıklı bir açıklama yapılır, yapılmalıdır. Türkiye’de bu damarların hemen hepsi kesik. Bu koşullarda gazeteciliği evrensel anlamda yapabilmek olanaksızlaşıyor.

Tam da bu noktada yeni bir sorun karşımıza çıkıyor. Gazeteciler, yurttaşlardan farklı olarak elde ettiği bilgiyi filtreler, teyit eder, sunar. Merkezi medya organizasyonlarının işlevsizleşmesi, gazetecilerin bu filtrelemeyi yapamaz kılınması, benim hayli eleştirel yaklaştığım “yurttaş haberciliği” olgusunu beraberinde getiriyor. Hele bir de Türkiye gibi son derece kutuplaştırılan bir ülkede sosyal medyaya akan verilerin filtrelemesinin yurttaşa bırakıldığı bir ortam yaratılıyor.

Yine örnekleyeyim: Bir malpraktis haberi yapıyoruz, peşinden bir hekime şiddet yaşanıyor ve biz gazeteciler hekimlerin hışmına uğruyoruz, “Bizi hedef gösteriyorsunuz” diye. Hekimler çok haklı. Hastalar diyor ki, “Ama bize de yeterince iyi bakılmıyor”. Hastalar da çok haklı. İnsan kaynağı yok, hekimler yurtdışına göçüyor. Onlar da çok haklı. Bu ortamda evrensel anlamda gazetecilik yapabilmek olanaklı değil. Böylece gazeteciler de çok haklı.

TBMM’ye gelmesi gündemde olan “dezenformasyon yasası” ile birlikte; bakanlığın değil, TTB’nin verilerini kullandığımız için “halkı yanlış bilgi ile galeyana getirmek” suçlamasıyla karşı karşıya kalabiliriz.

Sibel Yükler: Gökçer’in kaldığı yerden bir başka sorun başlığı ile ilerlemek istiyorum. Örneğin; bakanlık, yoğun bakım doluluk verilerini açıklamıyor. Biz TTB’yi arayarak yoğunluk verilerini alıyoruz. İşte, TBMM’ye gelmesi gündemde olan “dezenformasyon yasası” ile birlikte; bakanlığın değil, TTB’nin verilerini kullandığımız için “halkı yanlış bilgi ile galeyana getirmek” suçlamasıyla karşı karşıya kalabiliriz.

Gökçer Tahincioğlu: TÜİK’in enflasyon verilerine güvenmeyip ENAG’dan da veri almak zorunda kalmamız gibi. Dezenformasyon yasası ile bu gibi haberlere erişim engeli koymak, haberi yazan gazeteciye ve haberi yayımlayan kuruma ceza vermek kolaylaşacak.

Çağlar Özbilgin: Medya alanındaki dijital dönüşümün yarattığı tahribatın bir başka boyutu da tık avcılığı. Gazeteci, görüş aldığı kişiden kendisine bir manşet sözü vermesini isteyebilir elbette, bu bir ölçüde doğaldır. Fakat bir uzmanlık alanında görüş verecek hekim sorarken bulunurken “Ya illa o alanın uzmanı olmasına gerek yok, sansasyonel söz verecek bir hocamız olsun” sözlerini duyabiliyoruz.

Bizim, sermayeden bağımsız, sansüre-otosansüre yer vermeyen, haberciliğin her ilkesini içselleştiren ve doğrudan gazeteciler eliyle yeni ve büyük haber merkezleri inşa etmemiz gerekiyor.

Gökçer Tahincioğlu: Şu günlerde artık pandemi haberlerinin reytingi dibe vurdu. Herhangi bir içerik girdiğimizde okur adeta kaçıyor. Bıkkınlık söz konusu. Haberleri ilgi çekici kılma çabasında bunun da payı vardır.

Sultan Özer: Nitelikli, uzman gazeteci sınırlılığı en önemli sorunlarımızdan gerçekten. Ne yazdığından haberdar olmayan, saç baş yoldurtan haberler görebilmek mümkün. AKP iktidarının inşa ettiği bu baskı rejiminde gazeteciliğin zaten suya sabuna dokunmadan yapılabildiğini sanan genç gazeteciler görmek mümkün.

Gökçer Tahincioğlu: Gazeteciliğin esasen ne olduğunu bilip tam da bu koşullar nedeniyle freelance çalışmak zorunda kalan gazeteciler var. Haber merkezlerindeki editöryal süreçleri deneyimleyememiş gazeteciler var.

Vahdet Mesut Ayan: Biraz da çözüm önerileri üzerine konuşalım. Neler yapılabilir?

Gökçer Tahincioğlu: Bizim, sermayeden bağımsız, sansüre-otosansüre yer vermeyen, haberciliğin her ilkesini içselleştiren ve doğrudan gazeteciler eliyle yeni ve büyük haber merkezleri inşa etmemiz gerekiyor. Bu neden önemli? Gazetecilik, bir usta-çırak ilişkisine sahiptir. Deneyimsiz ve deneyimli gazeteciler, birlikte üretim süreçleri geçirir. Haber yazan tarafından sunulur, süzgeçten geçer, bir üçüncü gözün filtresi gözetilir. Haberi yazanın ve filtreleyenin pozisyonları eşit bile olsa hiyerarşik bir işleyiş vardır. Kılavuz niteliğini buradan edinir. İşte bizim bu baskı rejimi ile karşı karşıya kalan, haber merkezlerinde çalışamayan, bir alanda uzmanlaşamayıp birçok alan ile uğraşmak zorunda kalan, şanssız ama dirençli gazeteci kuşağını kazanmamız gerekli. Türkiye’de gazeteciler direnerek gazetecilik yapıyor, bu iklim mutlaka değişmeli.

Sultan Özer: Gazeteciliğin tarafsız olduğuna hiçbirimiz inanmıyoruz. Gazeteci pandemi dönemi bilimden yana taraftır örneğin.

Gökçer Tahincioğlu: Liberal öğreti dışında gazeteciliğin tarafsız olduğunu savunan bir kuram zaten yok. Bizim vurgumuz, gazetecinin taraflı ama gazeteciliğin nesnel olması. Gazeteci taraf olmak adına bir olguyu gizleyemez, bir yorumu saklayamaz. Evet, belki şu an bunun hakkıyla yapılabileceği bir iklim yok ama yine de bunu yapmakta direnen gazeteciler var. Ben umutsuz değilim. İktidarın medyayı bütünüyle kuşattığı koşullarda gazetecilerin yol ararken çok mesafe kat ettiğini düşünüyorum. Yeni medyayı bu direnen gazeteciler inşa edecek.

Sultan Özer: Gazeteciliğin niteliğini güçlendirmek için gazeteci meslek örgütlerine de büyük görevler düşüyor, bunu da vurgulamak gerek.

Deniz Erdoğdu: Biz hem TTB, hem de Tıp Dünyası Yayın Kurulu olarak her birinize katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyoruz. Keyifli, zihin açan bir sohbet oldu. Önümüzdeki günlerde halkın hem sağlık hem de haber alma hakkı için birlikte mücadeleyi büyütmek dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güvenlik Kodu * Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.