TTB İnsan Hakları Kolu
Cezaevleri ve geri gönderme merkezleri gibi özgürlüğünden alıkonulmuş kişilerin tutulduğu kurumlar; doğaları gereği kapatma-kapatılma, tecrit, yalnızlaştırılma gibi sorunları içinde barındıran kurumlardır.
Bu kurumlarda; sağlık hizmet sunumu açısından da yaşanan zorluklar vardır. Ne yazık ki; sağlıklı olma halini; yeni infaz rejimi ile birlikte giderek yalnızlaşma ve tecride yol açan cezaevi tipleri mimarisinin yarattığı sorunlardan başlayarak, uygulamalardaki sorunlar, çalışan personelin sosyal, ekonomik hakları, hizmet içi eğitimleri, koğuşlarda yaşanan kalabalık, mahpusların yeterli, besleyici öğünlerinin karşılanması, havalandırma hakkı, koğuş ve hücrelerde aydınlatma, yeterli güneş ve günışığından yararlanma hakkının sağlanması, temiz içme ve kullanma suyuna erişim, hijyen, iletişim, kitap ve diğer yayınlara erişim hakkı, sosyalleşme hakkı, atölye çalışmalarından ayrım yapmaksızın tüm mahpusların yararlanma hakkının sağlanması, ifade özgürlüğü ve yakınlarının ziyaretleri konusunda yaşanan sorunlar ve bir çok durum etkilemektedir. Kapalı mekan ve hastalık ilişkisi; aynı zamanda kapalı tutulmanın yarattığı ruhsal travmaları tetiklemektedir.
Sağlık hizmet sunumu bir bütündür. Herkes için eşit sağlanması anayasal bir haktır. Ayrıca genel sağlık; hem toplumda hem de cezaevleri gibi kapalı kurumlarda koruyucu sağlık hizmeti başta olmak üzere hizmet bütününün hepsinin sağlanması ile mümkündür.
DSÖ’nün 2014’te yayımlanan Cezaevleri ve Sağlık (Prisons and Health) 157 başlıklı raporu bu konuda bir dizi tespiti ortaya koymuş, toplumsal sağlık ve cezaevi ilişkisini net bir şekilde tanımlamıştır.
Nasıl ki ulusal sağlık sistemleri planlanmasında risk gruplarının belirlenmesi ve buna yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin bu risklere göre ele alınması bir zorunluluk ise cezaevlerindeki sağlık hizmet sunumunun da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekmektedir.
Cezaevlerinde sağlık hizmetleri; Adalet, Sağlık ve İçişleri Bakanlıklarının koordinasyonu üzerinden yürütülmektedir. Bununla ilgili ayrıntılar 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da ve Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetim, Dış Koruma, Hükümlü ve Tutukluların Sevk ve Nakilleri ile Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkında Protokol’de (Üçlü Protokol) düzenlenmiştir. Kanun ve protokolün içeriği bir yana uygulamada yaşanan sorunlar ne yazık ki mahpus olmanın; sağlık hakkına erişememenin bir gerekçesi haline geldiğini göstermiştir. Çoğu insan hakları metni; kapalı olma halinin tıbbi bakım gereksinimlerini arttırdığını ve mahpusların dışarıdaki insanlar hatta daha fazla tıbbi bakım hakkına sahip olduğunu vurgulamış olmasına rağmen mahpusluk hali sağlık hakkına erişiminde sorun oluşturabilmektedir.
Ayrıca Lizbon Bildirgesinde de her insanın ayrımcılık görmeksizin yeterli tıbbi bakım hakkına sahip olduğunu vurgulanmıştır. Uluslararası mevzuat ayrıca devletlerce özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşam hakkı konusunda devletlere pozitif yükümlülükler yüklemiştir.
Cezaevi ile ilişkili tüm personel ve aileleri de başta bulaşıcı hastalıklar ve kapatılmış olmanın yarattığı tüm risklerle karşı karşıyadır. Dolayısı ile cezaevindeki sağlık hakkı bütünsel olarak ele alınmalıdır.
Cezaevlerinde sağlık hakkına erişim noktasında yaşanan birçok sorun; mahpusların kendileri, aileleri ve avukatları tarafından sosyal medya ve mektup-şikâyet dilekçeleri üzerinden TTB, tabip odalarına ve insan hakları ve cezaevi çalışmaları yapan örgütlere iletilmektedir.
Mahpusların cezaevi koşullarında daha sık hastalanmaları hatta zamanında ve yeterli sağlık hizmeti alamamaları nedeniyle kronik ve ilerleyici hastalıklara daha çok yakalandıkları da bilinen bir gerçektir. Ayrıca yaşlı olan, ileri derecede engelli olan ve yaşamını başka birisinin yardımı olmadan sürdüremeyen çok sayıda mahpus da bulunmaktadır. Uzuv kaybı/kayıpları olan birçok mahpus da varsa birlikte kaldığı koğuştaki diğer mahpusların yardımı ile yaşamını sürdürmeye çalışmakta, tek kişilik hücrede kalan mahpusların ne yazık ki böyle bir şansı dahi olamamaktadır.
Bu durum Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun cezaevi ziyareti sonucu hazırladığı raporlara da yansımıştır. 29 Nisan 2022 tarihinde güncellenen İHD verilerine göre toplam 651’i ağır olmak üzere 1.517 hasta mahpus bulunmaktadır. Yine İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre cezaevlerinde 2022 yılında en az 72, 2023 yılında ise en az 42 mahpus yaşamını yitirmiştir. Adalet Bakanlığının verilerine göre ise 2018-2023 yılları arasında toplam 2.258 mahpus cezaevlerinde yaşamını yitirmiştir.
Anayasa’nın 104. maddesi, Cumhurbaşkanına “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletme veya kaldırma” hakkı tanımaktadır. Hatta 3 Ocak 2023 tarihinde Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeyle savcılıklara da; “Cumhurbaşkanının cezaları hafifletme veya kaldırma yetkisine ilişkin işlemleri, hükümlülerin talebi olmadan resen başlatma” yetkisi verilmiştir. Ne yazık ki pratikte ise hasta mahpuslar ne Cumhurbaşkanlığı Affından yararlanabilmekte ne de infaz savcılıkları onlar için af işlemleri başlatmaktadır.
Ayrıca Adalet Bakanlığı, 2012 yılında, hasta mahpusları tahliye etmek yerine, ceza ertelemenin önüne geçmek amacıyla bir çözüm yöntemi olarak rehabilitasyon yani R tipi cezaevlerini öncelikle 2012’de Metris, 2015’te Menemen, 2017’de ise Elazığ’da açmış, Türkiye genelinde fiziksel ya da ruhsal ağır hasta ve engelli mahpuslar, bu cezaevlerine sevk edilmeye başlanmıştır. Fakat kısa süre içinde mahpusların R tipi cezaevleri ile ilgili olarak; cezaevlerinde çalışan görevlilerden kötü muamele, odalarda tek başına tutulmaları nedeniyle ihtiyaçlarını karşılayamama, yemeklerin yetersizliği ve hijyen koşulları, “terörist” olarak yaftalanma, gerekli tedavilere ulaşamama gibi şikayetleri kamuoyuna yansımıştır.
ATK tarafından “R tipi cezaevinde kalabilir” şeklinde düzenlenmiş raporlar; hekimlik meslek etiğine aykırıdır. Hekimler hastanın nerede kalacağı ile ilgili değil kapatılma mekanlarının fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak uygunluğu ile ilgili yorum yapabilirler. R tipi cezaevleri ceza erteleme için bir çözüm olarak sunulmamalıdır. Her hastanın olduğu gibi cezaevinde olan tüm ağır hasta yaşlı ve engelli mahpusların hasta hakları, insan hakları ve vicdani tutum gereğince son günlerini yakınları ile birlikte geçirmesine yönelik tüm yasal düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.
Ceza infaz ertelemeleri; hapsetme dışı alternatiflerden biri olup çoğunlukla Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun; 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunu çerçevesinde hazırladığı raporlar üzerinden yapılmaktadır. 5275 sayılı infaz kanunu ve ilgili yönetmelik BM Mandela Kuralları; Mahpuslara Muameleye dair BM Asgari Standart Kuralları’na ciddi oranda uyumsuzluk göstermektedir. Ne yazık ki tam teşekküllü devlet veya üniversite hastaneleri sağlık kurullarından alınan raporlar, mahpusların cezaların hafifletilmesi veya kaldırılması için yeterli kabul edilmesi gerekirken, edilmemekte ve Adli Tıp Kurumu’ndan (ATK) alınacak rapor zorunlu tutulmaktadır. Bazı durumlarda ağır hasta mahpuslar; İstanbul’a uzak birçok ilden fiziki koşulları iyi olmayan ring araçları ile İstanbul’a gönderilmekte, detaylı muayene yapılmaksızın cezaevlerine geri gönderilmektedir. Bu durum tıbbi açıdan sakıncalı, insani açıdan da vicdanları kanatıcı bir tutumdur. Ayrıca hastanelerin düzenlemiş olduğu “hastalığı nedeniyle cezaevinde kalamaz, yaşamını bir başkasının yardımı olmadan idame ettiremez” raporlarına rağmen ATK’den tam tersi kararların yer aldığı raporlar düzenlenmekte, mahpuslar tahliye olamamakta, tedavileri düzenli yapılamadığı ve cezaevi koşulları tedavileri için uygun olmadığı için ya da tedavi olanakları ortadan kalktıktan ve ölüm sınırında tahliye edildikten çok kısa bir süre sonra hayatlarını kaybetmektedir.
ATK tarafından “cezaevinde kalamaz” raporu verilmiş olsa dahi bu karar yeterli görülmeyip ilgili infaz savcılığı tarafından bu kararın onaylanması gerekmekte, sonrasında mahpusun cezası süresiz veya geçici olarak ertelenebilmektedir. Cezanın ertelenmemesinin nedeni ise; 24 Ocak 2013’te İnfaz Kanunu’nun 16. maddesine eklenen; “maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen” mahpuslar arasından ancak “toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilenlerin” cezasının ertelenebileceğine dair maddesidir. Bu karar daha çok siyasi mahpuslar üzerinden uygulanmaktadır. Ölüm sınırına yaklaşmış ya da ileri derecede engelli mahpusların toplum açısından “ağır ve somut tehlike oluşturabileceği” şeklinde yaratılmak istenen bakış açısı aslında “insan yaşamı” yerine “güvenlikçi politikaların” öncelendiğini bize çok açık bir biçimde göstermektedir.
TTB İnsan Hakları Kolu olarak, ceza infaz ertelemeleri ile ilgili olarak somut çözüm önerilerinde bulunmak istiyoruz.
Öncelikli olarak; cezaevi koşulların düzeltilmesi, infaz hukuku alanında reformlar yapılması, infaz erteleme konusunda insan haklarını temel alan bir yaklaşımın benimsenmesi, yasadaki sübjektif/siyasi değerlendirmelere neden olan “toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen” ifadesinin kaldırılması gerekmektedir.
ATK’nin hazırlamış olduğu tarafsızlığı tartışmalı ve tıbbın somut gerekçelerine dayanmayan raporlar yerine, yeterli nitelikte, tam bir klinik bağımsızlıkla hareket eden uzmanlar heyetinin katılımı veya denetimine açık tam teşekkülü devlet hastaneleri veya üniversite hastanelerinin düzenlemiş oldukları sağlık kurulu raporlarının infaz erteme kararlarında kabul edilmesi gereklidir. Ayrıca ATK’nin teşkilat yapısında iyileştirilmeye gidilmeli, özerk bir yapı haline getirilmelidir. ATK üzerindeki siyasi baskılara son verilmelidir.
Başta ağır hasta mahpuslar olmak üzere bütün hasta mahpusların hapsetme dışındaki insan yaşamına ve onuruna saygıyı gözeten alternatifler üzerinden infazların gerçekleştirilmesi ve her koşulda mahpusların sağlık hakkına erişimlerinin sağlanması gerekmektedir. Hastalık nedeniyle cezasının infazı ertelenen bir mahpusun halen devletin denetimi altında olmasına rağmen daha önceden kendine ait bir sosyal güvencesi yoksa tedavi masraflarını kendisi ödememesi ve sosyal devlet olmanın gereği olarak ve anayasal eşitlik ve hukuk devleti ilkeleri gereğince SGK tarafından ödenmesi gerekmektedir.
Adalet Bakanlığının; cezaevleri yöneticileri ve personellerinin ekonomik, özlük haklarının düzeltilmesi konusunda çalışmalar yapması, hizmet içi eğitimler, süpervizyonların gerçekleştirilmesi, periyodik sağlık muayenelerinin mutlaka düzenli olarak yapılması gerekmektedir.
Cezaevlerinde şeffaf ve insan hakları odaklı bir bakış açısının yerleşebilmesi; uluslararası ve ulusal sağlık örgütleri, emek-meslek örgütleri, hukuk örgütleri, insan hakları örgütlerinin ziyaret ve denetimine açık olmasından geçer. Bakanlık teşkilatı ve cezaevleri yöneticilerinden infaz koruma memuruna kadar bağımsız kararlar alabilen, bu kararları almaktan dolayı herhangi bir adli ve idari yaptırıma olmadığı bir yapılanma içerisinde, mahpusun yaşam ve sağlık hakkını temel alan, insan hakları odaklı bakan ve konu ile ilgili tüm örgüt ve kuruluşlar ile eşgüdüm halinde, multidisipliner bir anlayışla ve onarıcı adalet gözetilerek görev yapılan bir cezaevinin bir hayal olmadığını belirterek yazımızı tamamlıyoruz.