Ejder Sözen: “Bir çocuk bir okulun logosunu değiştirebilmişse çok büyük bir iş başarmıştır”

Makale

Yatağan ilçemizin bir dağ köyünün, Bencik’in okçuluk alanında sadece ulusal değil dünya çapında önemli bir merkez haline nasıl geldiğini Dr. Ejder Sözen ve genç okçularla konuştuk.

 Naki Bulut: Bu büyük başarının mimarı sevgili arkadaşım, meslektaşım Dr. Ejder Sözen. Yanında genç okçular da var. Öncelikle, sevgili Ejder, okuyucularımıza kendini kısaca tanıtır mısın?

Ejder Sözen: 48 yaşındayım. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi 1996 mezunuyum. Meslekte 25. yılımdayım. 10 yıldan beri Bencik köyünde aile hekimliği yapıyorum. 2010-2012 yılları arasında Muğla Tabip Odası Yönetim Kurulu üyeliği yaptım.

Okçuluk ile nasıl tanıştığını anlatır mısın?

2007 yılında bir Pratisyen Hekimlik Kongresi’ndeki Okçuluk etkinliğine katılarak tanıştım. Animatör yayı verdi elime, kabaca ok atmayı gösterdi. Oku attım, animatör yayı hemen geri aldı: “Senin okçuluk eğitimin var” dedi. “Yok, vallahi yok” dedim. “Bu kadar düzgün tutup ok atan kimse olmadı daha burada” dedi. Bu gazla 2-3 gün tahta bir yayla oradaki animatör ile beraber ok attık. Şimdi düşünüyorum, feci bir gazmış bu. O çocuğun bana verdiği o heyecan ile Muğla’ya döner dönmez bir okçuluk kulübüne kayıt olayım istedim ama gördüm ki Muğla’da bir okçuluk kulübü yok. Her şey bu şekilde başladı.

İlk dönemde işten arta kalan her fırsatta Muğla Ovası’nda, çayırda, tarlada ok atıyorduk. Engelli birkaç arkadaşım ile birlikte çalışıyorduk. O dönem kulaktan dolma bilgilerle, başka antrenörlere danışarak, internetten veya kitaptan öğrenmeye çalıştık.  Sonra bir makine mühendisi, bir inşaat işçisi, bir şantiye teknikeri ve genç bir delikanlı ile beş kişi bir okçuluk takımı kurduk. Muğla Belediye Spor Kulübü, kendi lisansı altında beşimizi “büyükler okçuluk takımı” olarak üç yıl himaye etti. Aile hekimliğim başlayınca ben Bencik’e geldim, okçuluk hayatım da bitti. O ekip de dağıldı zaten. Yani toplamda üç yıllık bir sporculuk hayatım oldu.

Antrenör olmaya nasıl karar verdin?

Bencik’e geldikten sonra bir yarışmaya katıldım. En kötü yarışmam oydu. Yarışmayı yarıda bırakıp dönmek istedim. Atamıyordum artık, hedefe bile gitmiyordu oklar. Dedim ki “Ejder sporculuk burada bitiyor ama sen bunu bu köyde daha farklı bir boyuta taşıyabilirsin.” Sağlık ocağı bahçesi de, ortam da ok atmaya çok müsaitti.

Başlangıç

Peki hedefini nasıl olgunlaştırdın? Neden Muğla merkezde değil de bu köyde yaptın bunları?

Biz, Muğla merkezde hedefi arabanın bagajına koyuyorduk. Düğerek Çayırı’na gidip ok atıyoruz, tarla sahibi bizi kovalıyor. Belediye başkanına söylüyoruz, “Kültür merkezinin bahçesine gidin” diyor. Kültür merkezinde ok atıyoruz, birileri şikayet ediyor, polis gelip belge istiyor, bizi gönderiyor. Gençlik spor il müdürlüğüne gidiyoruz, bize bir yer gösteriyorlar ama kalıcı olmuyor. Yani bir şeye tam olarak başlayamıyoruz.

Burası ise bir köy. Aile sağlığı merkezinin bahçesi poligon gibi. Muhatap olduğumuz tek kişi belediye başkanı. Ben ok atıyorken belediye başkanı “Ya doktor bırak bu boş işleri” dedi bir gün. “Başkanım, Allah aşkına bana bir tane çocuk bul, o zaman görüşürüz” dedim. İddialaşma değil ama sohbet esnasında bunu söyledim. Belediye başkanı da yeğeni Emircan’ı alıp bana getirdi. Aslında Emircan’ın da bir meşgaleye ihtiyacı varmış, ben ailesinin aradığı o meşgaleyim aslında.

Emircan’a bir tahta yay ayarladım. Bir iki temel kuralı anlattım. O çalışırken ben mobile gidiyordum. Mobil bazen uzuyordu ama her geldiğimde çocuk hâlâ ok atıyordu. Gözüm sürekli üzerinde. Derli toplu da atıyor. Biraz daha ilerleyince Emircan’ın yaşına uygun bir makaralı yay aldık. Yayın 45 gün sonra İngiltere’den geldi. O kadar heyecanlıyım ki… Hedefi kurduk. Nasıl atılacağını gösterdim. Emircan atıyor, oklar merkeze yerleşiyor. Bir merakla internete girdim, Okçuluk Federasyonu Minikler Türkiye Şampiyonası’nda son atılmış puanlara baktım. Emircan, antrenmanda attığıyla Türkiye birincisi oluyor.

Ne kadar süren bir çalışma sonrası?

Başlangıcımız Ocak 2011. İngiltere’den gelen yayla nisan-mayıs aylarında çalıştık. Emircan, haziran ayında Türkiye sıralamasında açık ara birinci oldu. Tabi köye döndükten sonra bu başarıyı ilgililere göstermem gerekiyordu. Ben 25 yarışmaya katılmışım; böyle bir madalyaya hiç yaklaşamamış, genellikle erken elenip dönmüşüm. Emircan ile kaymakamdan randevu aldık. Kaymakam bey bana “Aferin doktor aferin, çok tebrik ederim sizi. Ama bu iş tek sporcuyla olmaz, hemen üç tane de kız başlat” dedi. Ben öyle kalakaldım. Arkasından üç kız okçu aldık.

2012’de aylarca süren bir Antalya yarışmasına hazırlık dönemini bitirdik. Arabayla beş kişi gidiyoruz. O yarışmada Emircan altın madalya aldı ve Türkiye rekoru kırdı. Tuğba sıralamada Türkiye rekoru kırdı, birinci oldu ama elemede üçüncülüğe düştü. Sıralamayı üçüncü bitirmiş olan Ayşenur birinci oldu. Songül de Türkiye dördüncüsü oldu. Yani biz oraya beş kişi gittik, üç madalya, iki Türkiye rekoru ile döndük.

“Bir; hayatımda ilk defa otelde kaldım, iki; hayatımda ilk defa hamburger yedim, üç; Türkiye rekoru kırdım”

Antalya dönüşümüzü mutlaka anlatmam lazım. O günden beri geleneksel bir tutumumuz var: Dönüş yolunda yarışmada kazandığımız madalyaları arabanın aynasına asıp fotoğraf çekiyoruz. Aldığımız üç madalya aynada sallanırken ben herkese soruyorum: “Yarışma ile ilgili aklınızda kalan üç şey nedir?” Tuğba şöyle bir yanıt vermişti: “Bir; hayatımda ilk defa otelde kaldım. İki; hayatımda ilk defa hamburger yedim. Üç; Türkiye rekoru kırdım.” Bu sözleri bana öyle bir ışık tuttu ki… Ben aslında işin bu kısmından daha çok haz almaya başladım. Çocukların yaşamının ilk deneyimlerine tanık olmak müthiş bir şeydi.

İki yıllık bir çalışma sonrası madalya ve rekorlarla köye dönüşünüz nasıl oldu?

Köylü ne olduğunu anlamadı, herhangi bir tepkileri de olmadı. Ama biz köye ziyaretler aldık. O dikkat çekti.

Nasıl?

Kaymakam köye geldi. Çocukları ziyaret etti.

Çocukları aileleri nasıl karşıladı?

İlk iki yıl o dönemki velilerden destek aldığımı söyleyemem. Hepsinin babası bu işi zaman kaybı olarak gördüler. O yüzden ben daha çok anneler üzerinden işi götürmeye çalıştım. Hekim olmanın verdiği sosyal gücü kullanarak ikna edebildim. Başarı da bu direnci kırdı. Örneğin Tuğba’nın babasının direnci, “Muğla’da Yüzyıla Damgasını Vurmuş 100 Kadın” başlıklı bir proje kapsamında kızının rekortmen olarak kitaba girmesi ve kitap sunuş töreninde anons edilip çağrıldığında kırıldı. “Ben böyle bir şey beklemiyordum” diyerek ağladı.

***

İlk Yurtdışı Yarışma

Emircan bize ilk yurtdışı deneyimini anlatmanı istiyorum…

Emircan: Ekim 2017’de Arjantin’e tek başıma gittim. Hayatımın dönüm noktalarından biriydi. İlk defa yurtdışına çıkacağım, ilk defa uçağa bineceğim… Bunları hayalimde bile canlandıramıyordum. Kamp sürecinde büyükler yarışma ile ilgili bize bilgi veriyorlardı. Hakemlerle nasıl konuşulacağını, yarışmanın nasıl olacağını anlatıyorlardı. O yarışmada bir altın, bir de gümüş madalya aldım.

Şu an MSKÜ Spor Bilimleri Fakültesi antrenörlük bölümünde 3. sınıf öğrencisiyim. 2019’da İspanya’da bir yarışmadan dönüşümün ertesinde parkur sınavına girdim. Çok ümitsizim, kötü sınav verdiğimi düşünüyorum ama milli sporcu kontenjanından kabul edildim.

Peki 10 yıl sonra kendini nerede görüyorsun?

Ejder abinin yerinde görüyorum. Yerinde derken; onun başardığı şeyleri ben farklı bir yerde başkalarında gerçekleştirmeyi hedefliyorum.

***

Okçuluk sana ne kattı Meltem? Bu köyde okçu olmayan bir kızdan farkın nedir?

Meltem: Sosyal olarak daha aktifim. Köy dışına hiç çıkmayan arkadaşlarım var ama ben birçok kez farklı illere gittim. Özgüvenim arkadaşlarıma göre daha fazla. İşime kolaylıkla odaklanabiliyorum.

Senin 10 yıl sonraki hedefin nedir? Sen de mi okçuluğa devam edeceksin?

Hayır, ben mimar olacağım. Tabii ki okçuluğu da sürdüreceğim. Okçuluk hep hayatımda olacak. Henüz yurtdışına çıkmadım, takım halinde kazanılmış Türkiye birinciliğim var.

***

Hazal, sen neler anlatmak istersin?

Hazal: Bir gün rahatsızlandım, buraya muayene olmaya geldim. “Ejder abi, ben ne zaman başlayacağım?” dedim. Ejder abi de “Hadi sen bugün gel başla” dedi. Çok sevindim. İlk önce makaralı yay yarışmasında Türkiye üçüncüsü oldum. O büyük motivasyon verdi. Bir yıl çalışma sonucunda bu dereceyi aldım. Takım olarak da Sevda ve Gülçin ile birlikte Türkiye birincisi olduk. Bu da beni aşırı motive etti. “Yapabilirsin Hazal, hedeflerinin peşinden koşabilirsin” dedim kendime. Çok hırslıyım. Tuttuğumu koparırım. O an hedef koydum önüme. “Bir sonraki yarışmada birinci olacağım” dedim. Ve oldum da. Çok emek verdim ve emeklerimin karşılığını aldım. Artık milli sporcuyum. Bu çok gurur verici bir şey. Romanya’da Avrupa birincisi oldum. Polonya’da takım arkadaşlarımla dünya ikincisi olduk. Miks takımda da üçüncü olduk. Gelecekte okçuluğa devam etmek istiyorum. Beden eğitimi öğretmeni olmak istiyorum. Emircan kulüp kurmak istiyor, belki onlarla birlikte olurum.

***

Sevda sen takımın ablalarındansın. Gelecek vadeden 10 yaşındaki bir kıza Ejder abin okçu olmayı teklif etti ama çocuk kabul etmedi diyelim. Ejder abin senin o kızla konuşmanı istedi. Onu ikna edebilmek için neler söylerdin?

Sevda: Önce bu köydeki olanaksızlıkları anlatırdım. Burada bir şey olamayacağını söylerdim. Ona şunu sorarım: “18 yaşında evlenmek mi istiyorsun, yoksa ileride özgür yaşayabileceğin bir hayatın mı olsun istiyorsun?” Sınıf arkadaşım bir hafta önce evlendi mesela. Çok üzücü bir durum, çok daha farklı bir hayatı olabilirdi. Hayallerini gerçekleştirebileceği bir hayatı olabilirdi ama artık olamayacak. Oysa kendime bakıyorum. 18 yaşındayım. Liseyi bitirip üniversiteye yerleştim. Eve olacağım, bir köye yerleşeceğim ve o köyde olmayan bir şeyi yaratmaya çabalayacağım. Önüm açık; bir meslek sahibi olacağım ve kendimi ilerletebileceğim. Ona bunlardan bahsettiğimde bizimle olacağına eminim.

Neden okçuluğu düşünmedin?

Sevda: Milli sporcuydum, rahatlıkla BESYO’ya gidebilirdim ama bu kolaylığa kaçmak olurdu. Oysa iki alanda da ilerlemek mümkün. Ben antrenörlük de yapabilirim, ebelik de yapabilirim. İstediğim şeyi yapabilirim, bunu göstermek istedim kendime. Ve başardım da. İlk madalyamı Gelibolu’da aldım. 2018’de Emircan ile Yunanistan’a gittik ve milli takım olarak Avrupa şampiyonu olduk. Özgüven eksikliğimi giderdim. Bir şeyleri aşabileceğimi, bir şeyleri yaratabileceğimi kazıdım aklıma. Sonra da zaten gerisi geldi, başarılarım arttı, özgüvenim de arttı. Kendimle gurur duyuyorum.

Okçuluk sana ne kazandırdı Sevda?

Sevda: Özgüven kazandırdı, en başta bu. Şu an çok rahat konuşabiliyorum. Bir sınıf ortamında öncü olabilirim. Bir şeyleri başlatan olabilirim. Bir takım kurabilirim. Ayrıca hayatıma disiplin kattı. Planlı programlı olmamı sağladı.

***

Ejder, okçuluk için ne tür kişisel özellikler gereklidir?

Okçulukta yeteneğin çok küçük bir payı vardır bence. Okçuluk öğretilebilir, eğitimle pekiştirilebilir bir spor; biraz satranç gibi. Ekipman, antrenman, kondisyon vs. önemli ama mental gücü kullanabilmek en önemlisi. Onun birinci şartı da zeka. Okçu zeki olacak. Ben adayların kendilerini ifade gücüne baktım, çünkü 10 yaşında bir çocuk için zeka göstergesi budur. Mesela Songül… Okçuluğa çok yatkın değildi. Fiziksel yapısını toparlamakta epey zorlandık. Ama ondan dünya rekoru kırmış bir sporcu ortaya çıktı. Jimnastikte ya da bir yüzmede bir hoca çıkıp fiziksel kriter söyleyebilir ama okçulukta karakter ve zeka çok daha önemli.

Hekim Olmanın Avantajları

Bu başarıda hekim olmanın bir katkısı var mı? Yani sen bu köye atanmış bir öğretmen olsaydın yine aynı süreci yaşayıp aynı başarıyı yakalayabilir miydin?

Biz saygın bir meslek sahibiyiz. Adımızın önündeki unvan ile birçok kişinin açamadığı kapıları açabiliyoruz. Her şeye rağmen, hâlâ halkın gözünde biz saygın bir meslek icra ediyoruz. “Hocam sen bilirsin” diyebildi veliler. Dünyanın en iyi okçuluk antrenörü gelip bu köyde bu öğrencileri bulup çalıştırsaydı, bence başarılı olamazdı. Çünkü çocukları antrenmanda tutamazdı. İkincisi; her ne kadar çok derin olmasa da psikoloji eğitimi aldık. İnsanlarla sürekli iç içe olduğumuz için iletişim kurmayı da iyi biliyoruz. Bunu da kullandığımı söyleyebilirim. Hekim olmasaydım bu noktaya gelemezdik. Okçulukta teknik bilgisi benden daha iyi olan, daha iyi donanıma ulaşan ve çok daha iyi antrenman fırsatı olan arkadaşların bizim kadar başarı elde edememiş olması, hekim olmamın bize verdiği avantajların da bir göstergesi.

Hedeflerine ulaştığını söyleyebilir misin?

Benim hedefim çok küçüktü. Sadece çocuklardan kurulu bir okçuluk takımım olmasını hedeflemiştim en başta.  Hedefime çok çabuk ulaştım burada. Çocuklarla toplanıyorduk, burası çocuk parkı gibi oluyordu ve ben çok keyif alıyor, çok mutlu oluyordum. Başarı da çok çabuk gelince yeni hedefler belirlemek zorunda kaldım. Türkiye derecesi yapma, Türkiye rekoru kırma, milli sporcu yetiştirme; bunlar hedef değil, hayaldi. İşte o hayal gerçekleştiği zaman Songül 14 yaşındaydı. Elbette yeni hedefler de koyuyorum ama bu hedefler artık sporun içindeki nesnel hedefler.

Bize Türkiye’de genelde spor ve özelde okçuluk alanının bir değerlendirmesini yapar mısın?

Öncelikle biz ülke olarak gençlerin sporda başarılı olmasını kesinlikle desteklemiyoruz. Mesela benim spor bilimleri fakültesindeki sporcularım milli takım seçme kampına gittikleri zaman, fakültedeki öğretmenleri “Sen devamsızlıktan kalırsın, ben seni yok sayarım, senin nereye gittiğin beni bağlamaz” diyor. Spor ile ilgili olmayan bir branş olsa belki biraz anlayacağım ama bu çocuk zaten spor bilimleri fakültesinde okuyor.

Onun haricinde sporcuların yavaş yavaş ekonomik kaygıları başlayacak. Aile bütçesine katkı sunmaları beklenecek. En azından artık yük olmamaları istenecek. Birçok ülke başarılı sporcularına düzenli bir maddi destek veriyor. Şu an Emircan sadece 650 TL millilik bursu alıyor. O yüzden de ileri gidemiyorlar. Bakın; her zaman Türkiye Yıldızlar Şampiyonası’nda atılan puanlar Türkiye Gençler Şampiyonası’nda atılan puanların üstünde. Yani 15-18 yaş grubu, 18-21 yaş gurubunu geçiyor. Neden? Çünkü o çocuk 18’ini geçtikten sonra eğitim, ekonomi gibi kaygılarla hareket ediyor. Ya öğrenci olacak ya garsonluk yapacak ve bunları da sporla birlikte yürütmesi gerekecek. Devlet “Ben senin garsonluktan kazanacağın parayı vereceğim, sen sadece yaptığın işe odaklan ve sürdür” demeli. Bu sistem oturmadığı için biz 21 yaşını geçen sporcuları kaybediyoruz.

Okçuluk sonrası Bencik

Okçuluk bu köyün sosyolojisini, psikolojisini, sosyal yapısını etkiledi mi? Nasıl?

Köyün daha öncesini bilmediğim için kıyaslama şansım yok ama bilenlerden “Hocam köyün kaderini değiştirdin” cümlesini çok duydum. Basit bir örnek vereyim: Köydeki okulun bir öğretmen kontenjanı var. %50’lik doluluk oranı varmış, dersler boş geçiyormuş. Öğretmen geliyor, kaçıyor, geliyor, kaçıyor… Biz bütün valilerimizi köye getirdik, çocuklarla ok attırdık, gelmişken okulu da ziyaret ettirdik. Okçuluk vesilesiyle okulun fiziksel ihtiyaçları kolayca karşılandı. Artık öğretmenler prestijli kabul ettikleri bu okulda uzun süre kalıyorlar. Kadrolar dolu. Bu bir kazanım. Keza köye tesislerimiz yapılırken büyükşehir belediyesi ekipleri sürekli burada. Yol, içme suyu altyapısı sürekli bakım görüyor.

Dünya şampiyonu olup, dünya rekoru kırıp, Dünya Okçuluk Federasyonu sayfasına isminizi yazdırabilirsiniz ama bu köyün okulunun logosunda artık ok ve yay var. Bir çocuk bir okulun logosunu değiştirebilmişse çok büyük bir iş başarmıştır. Yatağan Gazi Anadolu Lisesi’ne girdiğinizde sizi Emircan’ın olduğu dev bir pano karşılıyor. Panoda Emircan’ın dünya şampiyonluğu hikayesi anlatılıyor. Dünya rekoru kırmaktan daha önemli şeyler bunlar.

Toplamda 216 madalyamız var. Bunların 14’ü uluslararası yarışmalarda kazanılmış madalya. Yarı yarıya Avrupa Şampiyonası’ndan ve Dünya Şampiyonası’ndan, 202 tanesi de Türkiye şampiyonası adını taşıyan yarışmalardan. Geçen ay kırılan Türkiye rekorumuz var. 2015’te Tuğçe’nin kırdığı rekor hâlâ duruyor. Songül’ün minikler rekoru hâlâ kırılamıyor. Takım halinde de birçok rekorumuz var. En önemlisi dünya rekorumuz var. Songül dünya rekortmeni milli takımın bir üyesi.

Yeni hayallerinden bahseder misin?

Türkçe yazılmış ciddi bir okçuluk kitabı yok. İki sporcum da üniversiteyi bitirme aşamasında. Okulu bitirirken tez olarak ya da sonrasında akademik olarak Türkiye’ye Türkçe bir okçuluk kitabı hediye etmeleri gerektiğini düşünüyorum. İşin içinde ben de olacağım. Zaten spor eğitimlerini bitirdikten sonra akademik olarak yazabilecek seviyede olacaklar. Baştan aşağı bu hikayemi roman tadında yazımını bitirmeyi planlıyorum. Son olarak da bunun bir sinema filmi ya da belgeseli çekilecek.

Şu an Büyükşehir Okçuluk Takımında kaç sporcu var?

15 sporcu var, hepsi Bencikli. Köyde okçuluk eğitimi almış 35 civarı sporcu var. Bunların 22’sinin evinde Türkiye madalyası mevcut. Büyük kısmı ekonomik sebeplerden şu an okçuluktan uzaklar. Ama her an dönebilmeleri mümkündür.

Bu sporu tüm Muğla’ya yaymak mümkün müdür?

Gençler yapacak bunu. Biz bir kulüp açacağız, Emircan bir şubesinin başında, Songül diğerinin başında olacak. Onlar kendi ekiplerini kuracaklar. Kulüp adına “Dragon Okçuluk” diyorlar, benim adıma ithafen. Diğer ilçelerden sporcuları bulup getirecek ve yetiştirecekler. Türkiye şampiyonalarını domine edecekler. Elbette eğitimleri bittikten sonra bu işi gerçekleştirecekler.

Güzel söyleşi için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Söyleşi: Naki Bulut