Akbelen’den Dikmece’ye Ekokırım Niteliğindeki Çevre ve Mülkiyet Hakkı İhlallerinin Yaşam Hakkı İhlaline Evrilmesi Süreci

Gündem

Türkiye topraklarının tamamını zehirleyecek şekilde maden ve enerjiye açmak için neredeyse her şeyi yapan AKP iktidarında, Anayasanın 2. Maddesindeki “hukuk devleti” ilkesinin ve Anayasanın 10. Maddesindeki “hiçbir zümreye, hiçbir sınıfa imtiyaz tanınamayacağına” ilişkin “kanun önünde eşitlik” ilkesinin sadece kağıt üzerinde kaldığının en somut örneklerinden ikisi Akbelen ve Dikmece direnişleri oldu.

Muğla, Milas Akbelen ormanının önünde termik santrale karşı set kuran, 2,5 yılı yaz-kış demeden çadırlı nöbet olmak üzere 4,5 yıldır ormanlarını, köylerini, evlerini, topraklarını, sularını vermemek için, yaşamak için direnen İkizköylüler tarih yazdılar/yazıyorlar. Sadece LIMAK-ICTAŞ termik santralinin önündeki değil, Türkiye’de Anayasanın 10. Maddesine aykırı bir şekilde imtiyazlı bir sınıf olan maden -enerji sermayesinin önündeki en büyük engel olan, zeytinliklere zarar verilmesini ve 3 km’den daha yakın bir yerde madencilik yapılmasını yasaklayan 1939 tarihli Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki Kanunu by-pass etmek için çıkartılmak istenilen torba yasadaki “zeytin katliam maddesini” TBMM’ne çıkarma yapıp, kamuoyu desteğini arkasına alarak Aralık 2022’de siyasi iktidara geri çektirdiler. İkizköylüler direniş süresince hak savunucularının da desteğiyle yasal haklarını kullandılar ve meşru-Anayasal direniş haklarını, açtıkları davaların üzerindeki yasal zemine dayandırdılar. AKP iktidarının emri altındaki mahkemeler, halkın direnişiyle desteklenen davalarda yürütmenin durdurulması kararı vermek zorunda kaldılar. Kamuoyu baskısı ve halkın meşru – Anayasal direniş hakkını birlikte kullanmasıyla verilen yürütmenin durdurulması kararı Kasım 2022’de kaldırıldı ancak siyasi iktidarın ve mahkemelerin koruması altındaki LİMAK-İÇTAŞ termik santrali, 14-28 Mayıs 2023 seçimlerine kadar Akbelen ormanına giremedi. Seçimlerden sonra ise termik santral içinden “seçimleri kazandık, artık ormanı kesip kömürü çıkarabileceğiz” duyumları gelmeye başlamıştı. 14-28 Mayıs seçimleri ise, güdük siyasi muhalefetin “kaybedilmesi imkansız bir seçimi AKP’ye hediye etmesiyle” birlikte, yok edici maden – enerji sermayesinin seçime kadar bağlandığı zincirlerinden boşalarak halkın toprağına, suyuna, ormanına, yaşamına saldırdığı bir sürecin başlamasına neden oldu. Açtığımız davalarda ise, “ormanlara zarar verebilecek hiçbir eyleme müsaade edilemez” şeklindeki emredici Anayasanın 169. maddesini, Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesini, Anayasanın 10 . maddesindeki hiçbir zümreye, hiçbir sınıfa imtiyaz tanınamayacağına ilişkin kanun önünde eşitlik ilkesini, zeytinliklere 3 kilometreden daha yakın mesafede kömür madeni çıkarılamayacağına ve zeytinliklere hiçbir şekilde zarar verilemeyeceğine ilişkin Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkındaki Kanunun 20. Maddesini, Akbelen ormanının ve Işıkdere mahallesinin altından çıkan 4000 yıllık sırasıyla Bizans – Roma – Karya uygarlıklarına ait “taşınmaz kültür varlıklarının” yerinden kaldırılamayacağına ilişkin Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanununu uygulamamak için görevlendirilmiş Muğla İdare Mahkemesi hakimleri vardı. Diğer yandan elimizdeki bilimsel raporlardan Avrupa Sağlık ve Çevre Birliğinin Muğla’ya özel yaptığı çalışma LİMAK-İÇTAŞ’ın 2 termik santrali olan Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin yılda kazandığı 200 milyon TL karşılığında Türkiye’ye yıllık sağlık maliyetinin 44 milyar TL olduğunu gösteriyordu. Ayrıca özelleştirme öncesi Türkiye Kömür İşletmelerinin Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümüne hazırlattığı rapor ise “Akbelen ormanı altındaki kömür yatakları çıkarılacak olursa” Karacahisar, Çamköy yeraltı su havzalarından beslenen Bodrum’un su yataklarının yer değiştireceğini ve Bodrum’un susuz kalacağını gösteriyordu. Amma velakin Anayasanın ve ilgili kanunların emredici hükümlerini uygulamamak için görevlendirilmiş, siyasi iktidarın emri altındaki Muğla İdare Mahkemesi hakimleri doğal olarak bilimsel çalışmaları da davalarımızda dikkate almadılar.

Türkiye’de zeytin yasası başta olmak üzere bütün kanunların ve Anayasanın yok sayıldığı bir başka süreç ise Hatay – Dikmece’de yaşanmakta. 06.02.2023’te yaşanan 100 binlerce yurttaşımızın hayatını kaybettiği, Kahramanmaraş merkezli yıkıcı depremin sonrasındaki “toplum psikolojisi ve ihtiyaçlarını” bir kaldıraç olarak kullanan siyasi iktidar; bu defa deprem bölgesi olan 11 ilde bazı yasaları by-pass etmek suretiyle özellikle Hatay ilindeki Alevi yurttaşların zeytinliklerini ve topraklarını “kamulaştırma kılıfı altında” ellerinden almak istiyor. Hatay Alevilerine karşı “ayırımcılık yasağını” ihlal ederek, Hatay’ın demografik yapısını değiştirmek istiyor. 10.04.2023 tarih 7452 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin Kabul edilmesine dair kanun ve 15.07.2023 tarihli 7456 sayılı Torba Kanunun 25. Maddesiyle deprem bölgesindeki yerleşme ve yapılaşma için orman vasıflı alanlar, zeytinlik ile zeytinlik sahaların kullanılmasının önü açılmak istenilmekte. Böylece Anayasanın 10. maddesi, bu kere de “ırk, cins, dil, din, mezhep ayırt edilmeksizin herkesin kanun önünde eşit olacağına” ilişkin kısmı yönünden Dikmece’de ihlal ediliyor. Diğer yandan Dikmece’deki Alevi yurttaşların zeytinliklerinin yanı başında üzerine deprem konutu yapılabilecek 1000’lerce dönüm hazine arazisi bomboş durmakta.

Akbelen ve Dikmece direnişlerinin önünü açan hukuki argümanlar olan Anayasanın 169. Maddesi, Zeytin Kanunu ve Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu AKP tarafından ya hukuka aykırı şekilde by-pass edilerek ya da AKP’li hakimler tarafından uygulanmayarak; halkın Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle güvence altına alınan yaşam hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, ayırımcılık yasağı ihlal edilmekte. Havası, suyu, toprağı madencilere ve enerji şirketlerine zehirlettirilen ülkemizde Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğünün kanser istatistikleri, 2002 ile 2016 arasındaki 14 yılda erkeklerde kanser vakalarının 12 kat, kadınlarda 7 kat arttığını bize gösteriyor.  Halkın kendi yaşam ve mülkiyet haklarını korumak için kömür – maden – enerji şirketlerine ve betonlaşmaya karşı verdiği mücadele, iklim krizine karşı gezegenin tamamını korumaya yönelik evrensel bir mücadele niteliğinin yanı sıra, bir yandan da ulusal bir varoluş mücadelesi niteliği kazanmakta. Açılan davalar ve hukuki mücadele, kısa vadede başarılı gözükmediği durumlarda dahi, uzun vadedeki başarıların toplumsal, hukuki, sosyal altyapısını hazırlayıp, halkın şirketlere ve meşruiyetini kaybetmiş yönetimlere karşı fiili direnme hakkının meşru – anayasal bir zemin üzerinde yükselmesini sağlamakta. Yargının siyasi iktidara kökten bağlı ve bağımlı olduğu, muhalefetin toplumsal muhalefeti örgütlemek yerine öne çıkan toplumsal muhalefet alanlarında boy gösterip – foto çektirip gitmeyi tercih ettiği “Yeni Türkiye (?) Yüzyılı” halkın yaşamak için mücadele etmek ve siyasi kurumları yeniden yapılandırmak zorunda kalacağı bir süreç olacak.

İsmail Hakkı ATAL
11.10.2023

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güvenlik Kodu * Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.