Pandemi ve küresel devasa yangınlar, yangınlarla eşzamanlı seller, aşırı kuraklık ve susuzluk; bir yandan insanlığı iklim değişiminin büyük bir krize dönüştüğü gerçeğiyle yüzleştiriyor, diğer yandan 90’lardan sonra yoğunlaşan uluslararası iklim müzakereleri, hükümetler arası anlaşmalarla somutlaşan, dünya halklarını umutlu beklentilere sokan çabaların yetersizliğini, samimiyetsizliğini gösteriyor. 1979’da Birinci Dünya İklim Kongresi’nin düzenlendiğini, 1988’de Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) kurulduğunu, 1992’de Rio ile başlayan uluslararası iklim zirvelerini ve toplantılarını, sayıları 26’yı bulan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP) buluşmalarını düşünürsek alınan mesafe masallardaki tekerleme gibi; “Az gittik, uz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz.”
2021’in en önemli olaylarından biri pandemi nedeniyle bir yıl ertelenen 1 Ekim-12 Kasım tarihlerinde Glasgow’da yapılan iklim zirvesi COP26 oldu.
Zirve öncesi 66 ülkeden 234 bilim insanının beş yıllık çalışmayla hazırladığı altıncı IPCC raporu yayımlandı. Bu raporun Çalışma Grubu Eş Başkanı Valerie Masson-Delmotte, raporun iklim değişikliğine ilişkin gerçeğin yansıması olduğunu vurgulayarak, “Artık nereye gittiğimizi, ne yapılabileceğini ve nasıl hazırlanabileceğimizi anlamak için gerekli olan geçmiş, şimdiki ve gelecekteki iklimin çok daha net resmine sahibiz” bilgisini paylaştı. İklim değişikliğinin “yaygın, hızlı ve yoğun” olduğu uyarısında bulunulan raporda, ayrıca 2 santigrat derece küresel ısınmada aşırı sıcaklıkların tarım ve sağlık için kritik tolerans eşiklerine daha sık ulaşacağını gösterdiği kaydedildi. BM Genel Sekreteri António Guterres bu raporun insan etkisinin atmosferi, okyanusları ve toprağı ısıttığını kesin olarak gösterdiğini ve insanlık için kırmızı kod verdiğini açıklayarak durumun aciliyetine dikkat çekti.
IPCC raporunun ve iklim bilimcilerin sayısız araştırmalarının verdiği bilgilere ve bu bilgileri destekleyen küresel yangınlara, sellere, kuraklığa, son 20 yıldır artan salgınlara(1) ve iki yıldır üstesinden gelinemeyen pandemiye rağmen 197 ülkenin bir araya geldiği COP26 hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Evet, ülkeler iklim değişikliğine karşı alınacak bir dizi önlemi içeren bir anlaşmayı imzaladı. Anlaşmada, kömürün aşamalı olarak azaltılması taahhüdü, emisyon azaltma planlarının düzenli olarak gözden geçirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla finansal destek gibi önemli kararlar da var.
Ancak anlaşmanın daha önceki taslak metinlerinde kömürün “aşamalı olarak sonlandırılması” taahhüdü, son dakika Hindistan’ın itirazlarıyla karşılaştı ve anlaşma metni “aşamalı olarak kömür kullanımının azaltılması” olarak değiştirildi. Hem bu durum hem de yalnızca Glasgow sonrası iki aylık sürede olanlar bile hükümetlerden, iktidar sahiplerinden, büyük şirketlerden kritik tarih 2030 ve 2050 yılına kadar beklenilenlerin olamayacağının gösteriyordu. Her şeyden önce iklim değişiminden en çok zarar gören ülkelerin katılımı yeterince sağlanmamıştı(2). İklim krizinin neden olduğu “kayıp-zarar” denklemi için gelişmiş ülkelerin yoksul ülkelere finansman desteği taahhüdünü yerine getirmesi yönünde Paris Anlaşması’ndan bu yana hemen hiçbir şey yapılmadığının tespitine rağmen yoksul ülkelerin iklim krizinden doğan kayıp ve zararlarını karşılayacak fon önerisinde gelişmiş ülkeler uzlaşıya varamadı. AB ve ABD’nin en yoksul ülkelerin iklim krizinden kaynaklanan kayıp ve hasarlarını gidermek için fon oluşturmayı kabul etmemesi ile yoksul ülkelere yapılacak olan 100 milyar dolar iklim yardımının 2025 yılına ertelenmesi, iklim adaletsizliğini giderme vaatlerinin samimiyetsizliğini bir kez daha ortaya koydu.
ABD Başkanı Joe Biden’ın iklim değişikliğine dair vaatlerinin Kongre’de takılması olasılığı ve Biden’ın vaatlerini yerine getirememesinin dünya çapında zincirleme etkileri olabileceği endişe konusu olmaya devam ediyor. Öte yandan ABD ile sera gazı üretiminde ilk iki sırayı paylaşan Çin, 100’den fazla ülkenin imzaladığı, sera etkisi yaratan gazlardan metanın kısıtlanmasına dair anlaşmayı imzalamadı. Çin bunun yerine metan sorununu çözmek için ulusal bir plan geliştireceklerini açıkladı.
COP26’da “Ormanlar ve Arazi Kullanımı Üzerine Glasgow Liderler Deklarasyonu”nu 133 ülke ile birlikte imzalayan orman kaybını ve arazi bozulmasını durdurmak ve tersine çevirmek için birlikte çalışmayı taahhüt eden Türkiye, daha atılan imza kurumadan Orman Yasası’nda değişikliğe gitti. Değişiklik ile orman arazilerinin orman vasfını kaybetme özelliğini bile aramadan, “kamu yararı gerektiği durumlarda” gibi yuvarlak bir ifadeyle deyiş yerindeyse ormanlar imara açıldı(3).
Ardından 5 Ocak tarihli Cumhurbaşkanlığı kararına göre, Kastamonu ve Manisa’da 611 bin 848 metrekare, 6 Ocak tarihinde ise Ankara ve Mersin’de 376 bin 494 metrekare büyüklüğünde orman alanı orman statüsünden çıkarılarak imara hazır hale getirildi.
Yukarıdaki örneklere benzer durumlar COP’ların yapıldığı yaklaşık 30 yıllık süreçte sıkça yaşandığı, hükümetler inandırıcılıklarını kaybettiği için iklim aktivistleri Glasgow Anlaşması adını verdikleri bir çerçeve metin etrafında örgütlenerek COP26’ya hazırlıklı ve örgütlü geldiler ve Glasgow’da alternatif bir iklim zirvesi ve 6 Kasım İklim Adaleti için Küresel Eylem Günü’nü düzenlediler.
2019’da Greta Thunberg’in öncülüğünü yaptığı iklim için okul boykotlarıyla küresel kamuoyunun dikkatini daha fazla çekmeye başlayan küresel iklim hareketi; emperyalizm, sömürgecilik, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ırkçılık gibi konularda ilkesel yaklaşımları olan ve taktik/stratejilerini bu ilkeler çerçevesinde uluslararası düzlemde kuran bir hatta girdi. By2020WeRiseUp adıyla bir platform kurarak çekirdeğini Avrupa’daki örgütlerin oluşturduğu, tüm ülkelerden Türkiye’den aralarında İklim Adaleti Koalisyonu’nun da olduğu 4, toplam 210 organizasyonun katılımıyla genişlemeye devam eden bir küresel halklar dayanışması yapılanmasına evrildi.
Glasgow Anlaşmasının amacı şöyle ifade ediliyor:
“Hükümetlerden ve uluslararası kurumlardan inisiyatifi geri almak ve iklim adaleti hareketi için alternatif bir eylem ve işbirliği aracı oluşturmaktır. Şimdiye kadar iklim adaleti hareketi, hükümetlere iklim konusunda harekete geçmeleri için baskı yapmaya ya da 1997 Kyoto Protokolü ve 2015 Paris Anlaşması gibi BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) çerçevesinde daha güçlü uluslararası anlaşmalar yapılması için zorlamaya oldukça fazla odaklandı. Bu arada emisyonlar ise artmaya devam etti. Dolayısıyla, Glasgow Anlaşması, sivil toplumun kendi eylem planını önermesini, artık hükümetlerin ve uluslararası kurumların bunu yapmasını beklememeyi önermektedir. 2100 yılına kadar 1,5 °C’lik bir sıcaklık artışını önlemek için gerekli emisyon kesintilerini sağlamak için sivil itaatsizlik dahil çok geniş çeşitlilikte bir dizi strateji ve taktikler kullanmayı hedefliyoruz” (4).
Bu amaçlar çerçevesinde Türkiye’den iklim adaletini savunan 41 yerel ekoloji örgütünün, emek-meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve Türk Tabipleri Birliği’nin de dahil olduğu “COP26 Türkiye Koalisyonu” bir araya geldi. 6 Kasım İklim Adaleti için Küresel Eylem Günü’nde zirvedeki dünya liderleri ve hükümet temsilcilerine “iklim adaleti” uyarısı ile birlikte “verdikleri sözleri tutma” çağrısı yaptı.
Aralık ayının son günlerinde COP26 Türkiye Koalisyonu’na katılan bu süreçte sayıları 71’i bulan koalisyon üyesi örgütler ile bireyler yola “İklim Adaleti Koalisyonu” olarak devam etme kararı aldı. Yeni oluşum kuruluşunu “İklim Adaleti için harekete geç!” sloganıyla bir basın açıklaması yaparak gerçekleştirdi(5,6).
2020 ve 2021 insan türünün 300 bin yıllık gezegen macerasının bitirebilecek, büyük kırılmanın başladığını gösteren iklim felaketleriyle geçti. COP26’da iklim krizini durduracak önlemleri kapitalizmin çıkarlarıyla ters düştüğü için almak istemeyen hükümetlerin, dünya liderlerinin aslında dertlerinin gezegen değil “sürdürülebilir yeşil” kapitalist sistem arayışı olduğunu verilen sözler, atılan imzalarla zaman kazanmaya çalıştıklarını gördük.
Gezegenimizdeki bu büyük kriz yaşamlarımıza açlık, savaş, yoksulluk, göç, eşitsizlik, hastalık olarak yansıyor. Bugün olmasa bile yarın yansıyacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Bu nedenle ekosistemdeki tüm varlıkları sömüren petrokimya endüstrisinden, inşaat şirketlerinden, maden lobicilerinden, daha da önemlisi bunlara neden olan zihniyetten kurtulmanın, “İklimi değil, sistemi değiştir” demenin, iklim adaleti için harekete geçmenin önemi giderek artıyor.
Dr. Demet Parlar
İstanbul Tabip Odası, Dr. Ali Özyurt Kültür Sanat ve Edebiyat Kolu
Kaynaklar:
- Hamzaoğlu, Onur (2020). Editörden. Toplum ve Hekim Dergisi (35): 6. ss: 401-402, https://www.belgelik.dr.tr/ToplumHekim/kayit_goster.php?Id=3012, 24.01.2022.
- https://tr.euronews.com/green/2021/11/02/kuresel-s-nmadan-en-cok-etkilenen-ulkeler-cop26-da-en-az-temsil-ediliyor
- https://gazetekarinca.com/iklim-adaleti-koalisyonu-ormanlari-yapilasmaya-acan-yonetmelik-derhal-geri-cekilsin/
- https://glasgowagreement.net/en/faq/
- https://yesilgazete.org/iklim-adaleti-koalisyonu-kuruldu/
- https://www.iklimadaletikoalisyonu.org/anasayfa