Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak: Soruşturmaların yasal dayanağı yok, siyasi saiklerle yürütülüyor

Haberler

Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza attıkları gerekçesiyle kamuda görev yaptıkları üniversiteler tarafından haklarında soruşturma başlatılan ve vakıf üniversitelerinde işten çıkarılan akademisyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi, insan hakları ve ifade özgürlüğü uzmanı Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, soruşturmaların ağır hukuka aykırılıklar içerdiğini, imzacı akademisyenlerin ifade özgürlüklerinin, akademik özgürlüklerinin ihlal edildiğini belirtiyor ve bu zarardan dönülmesi için bir an önce soruşturmaların kapatılması ve bunda sorumluluğu olan kişiler hakkında işlem yapılması gerektiğini söylüyor. Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ile akademik özgürlük kavramını ve soruşturmaların hukuki dayana(ksızlı)ğını konuştuk.

Mutlu Sereli Kaan

  • Önce “akademik özgürlük” ne demektir ve akademisyenler için ne anlama gelir? Buradan başlayabilir miyiz?

Akademik özgürlük, akademisyenlerin ifade özgürlüğü kadar, akademisyenlerin bulunduğu ortamın bilim dışı kurallarla dizayn edilmemesi, dışarıdan müdahale edilmemesi, sadece bilimsel ilkelere göre hareket edilen bir özerkliğin sağlanması anlamına geliyor. O yönüyle de iki ayağı var aslında; bir tanesi her bir akademisyenin kendisinin kendi alanı içerisindeki ifade özgürlüğü; ama aynı zamanda çalıştıkları kurumun da özerk olması ve kararların sadece bilimsel özerklik kıstasları içinde alınmasını ifade ediyor. İkincisi akademik özgürlük üniversitedeki mekânlarda bilimsel toplantılarda veya bilimsel makalelerde kalmak zorunda değil. Mesela Mustafa Erdoğan’ın AİHM’de kazandığı bir dava var. Daha az bilimsel bir üslupla ama uzmanlığını kullanarak yazdığı bir makale nedeniyle AYM üyeleri tarafından hakkında tazminat davası açılmıştı. Biz onu da akademik özgürlük içerisinde görüyoruz. Uzmanlığın bir bilgisinin kullanıldığı her türlü ifade özgürlüğü kullanımı akademik özgürlüktür. Bir akademisyen ifade özgürlüğü sahibidir de şüphesiz. Ama bu söylediğim daha özel korunan bir alan, nesnel sınırları ifade özgürlüğünden farklılaşan bir alan.

  • Hepimizin bildiği gibi yakın zaman önce Türkiye’de akademisyenler inandıkları görüşleri açıkladıkları için hedef haline getirildiler. Tehdit edildiler, gözaltına alındılar, soruşturmalar açıldı. Siz bu soruşturmaların ardından hukuki görüş açıkladınız. Soruşturmaların hukuki zeminine ilişkin neler söylersiniz?

Burada iki tane yürüyen şey var; biri –daha yürüyor mu bilmiyoruz- adli soruşturma, diğeri –bizim şu ana kadar iki görüş bildirdiğimiz- idari soruşturma. İdari soruşturmaları üniversiteler ve belki YÖK yürütüyor. Burada bütün üniversiteler soruşturma açmadı. Bir de birbirinden çok farklı şekillerde açanlar var. Biz başından beri şunu söyledik Yaman Akdeniz ile. Bu soruşturmalar normalde Türkiye’de Yüksek Öğretim Disiplin Yönetmeliği’ne göre yürütülüyordu. Ancak 2015’te AYM bu yönetmeliğin dayanağı olan kanun hükmünü iptal etti. O kanun hükmü, öğretim üyelerinin suçlarının disiplin yönetmeliği ile düzenleneceğini, cezalarının da yine yönetmelikle verileceğini söylüyordu. AYM de bunun mümkün olmadığını, bunun ancak kanunla yapılabileceğini belirterek, o cümleyi iptal etti. Ama boşluk oluşmaması için de yasama organına 9 ay süre verdi, karar yürürlüğe girinceye kadar yeni bir düzenleme yapsın diye; ki bu da Ocak ayının 7’sine denk geliyordu. Bu arada Danıştay da bir karar verip dedi ki; “Her ne kadar AYM böyle bir süre verdiyse de, Anayasa’ya açıkça aykırı olduğu belirlenmiş bir hükme dayanarak soruşturma yapamazsınız”. Bu süre 7 Ocak’ta doluyordu ama Kasım ayının sonunda bu kez YÖK üniversitelere bir yazı göndererek, “Danıştay böyle diyor, artık disiplin yönetmeliğini uygulayamayacağınıza göre 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nu (DMK) uygulayın” dedi. Biz de diyoruz ki, 657 sayılı DMK uygulanamaz. Bunun birkaç nedeni var ama en pratik olanını söyleyeyim: Şimdi AYM diyor ki, YÖK kanunu disiplin hukukunu bir yönetmelikle düzenleyemez. Bunun bir kanunla düzenlenmesi lazım. Ve bu kanunun sadece esasa ilişkin hükümleri değil ama soruşturma birimlerinin nasıl oluşturulacağı, itirazın nasıl yapılacağı, bu itirazı kimin değerlendireceği gibi usul kurallarını da düzenlemesi lazım. Şimdi YÖK yine bir düzenleyici işlemle AYM’nin yapamazsın dediğini yapıyor. Yani üniversitede disiplin ilişkilerini bir yönetmelikle düzenliyor. İkincisi Anayasa yüksek öğretimi ayrı bir yer olarak düzenlemiş. Bunun da bir nedeni var. Üniversitenin özerk olması. Tam da işte bu konuştuğumuz akademik özgürlüğün bir parçası… Bunun da ayrı bir kanunla düzenleneceğini söylüyor. DMK o ayrı kanunun yerini alamaz. Hele ki bugüne kadar hiç uygulanmamışken uygulanamaz. Zaten suç ve cezaların kanuniliği ilkesi açısından da bu sakat olurdu. Bu eylemi yapan kişiler, mesela kasımda, eylülde, o yasanın kendisine uygulanacağını bilemezdi. O yüzden bu yasanın uygulanabilmesi hukuken yanlıştır. Nitekim, eğer yanılıyor olsaydık bu üniversiteler tek tip bir soruşturma yapmayı becerebilirlerdi. Halbuki şimdi baktığınızda biri yönetmeliği uyguluyor, biri 657’yi uyguluyor, biri 657’nin tüm maddelerini saymış, biri bir tanesini saymış, yani bir tutarlılık göremiyoruz.

  • Bu tutarsızlığın, hukuksuzluğun kaynağı nedir? Kurallar, mevzuat belli. Bu çeşitlilik nereden çıkıyor?

Orada benim şüphem yok. Talimatla yapıyorlar. Hukuka aykırı olduğu o kadar açık ki. Bu kadar gönülsüz olmasının ve bir kısmının yapmamasının nedeni de o. Yok, hukuki dayanağı yok. Bunu hukuka uygun yürüttüğünü söyleyen varsa buyursunlar konuşalım. Bu durumda geriye bir tek ihtimal kalıyor, talimatla iş yapılıyor. Zaten akademik özgürlük, özerklik bu yüzden önemli diyoruz; kimseden talimat almamak gerekiyor. Bunun için yaptıkları bilim etiğine aykırı.

  • Şu ana kadar kaç üniversitede, kaç soruşturma açıldı?

Biz bu görüşü yazdığımızda 36 üniversitede yaklaşık 600 öğretim elemanına soruşturma açılmıştı. Muhtemelen artmıştır şimdi. Çünkü biz bunu yazdıktan sonra Koç ve Hacettepe’de de yeni soruşturmalar açıldı.

  • Bu hukuksuzluğun, akademisyenler açısından yarattığı diğer hak ihlallerine de değinebilir misiniz?

Bir kere tehdit edilenler var. Tehdit edildikleri için üniversitesine, hatta şehrine dönemeyenler var. Burada da devletin pozitif bir yükümlülüğü var. Ve bu pozitif yükümlülük devlet başkanı dahil olmak üzere, herkesin gerekiyorsa bu konu hakkında konuşmamasını ve hedef gösterilmemesini içerir. Sözleşmesi iptal edilenler var özel üniversitelerde. 35. Madde asistanlarından sırf bu metni imzaladıkları için geri çağrılanlar var. AÜ’de doktorasını yapan bir kişi söz gelimi taşradaki okuluna çağrıldı. Yurt dışında burs kazananların bursları iptal oldu. Bunların hepsi bir kere masumiyet karinesine aykırı. Ortada sonuçlanmış bir şey yok. Tamamen keyfi.

  • İmzalarını geri çekenler oldu çok da anlaşılır olarak aslında. Bir daha başka metne imza atmak istemeyenler olabilir. Bu sürecin toplamda akademik faaliyetlere nasıl bir etkisi olur?

Şu anda hiç kimseye ceza verilmese bile herkesin ifade özgürlüğü ihlal edilmiş durumdadır. Bunun teknik de bir adı var; chilling effect; dondurucu etki diye çevrilen şey. Hem imzayı atan kişiler hem de imza atmamış ama başka bir şeye imza atacak, görüş bildirecek kişiler iki kere düşünüyorlar. Zaten verilecek ceza verildi o anlamda. Bu dakikadan sonra ceza verilmese de ifade özgürlüğüne ilişkin ihlal durumu devam ediyor. İkinci olarak, bu akademik özgürlükler açısından nasıl bir etkisi olmuştur? Bu aslında akademiyi doğrudan ilgilendiren bir şey değildi. Ama uygulamanın kendisi akademik özgürlüklerle ilgili bir problem yarattı. Akademisyenlerin bilim özgürlüğünü yerine getirmeleri bambaşka nedenlerle engellendi, engelleniyor. İşten çıkarmalar, soruşturmalar… Ve dahası, söylediğiniz yine chilling effect. O konuda çalışıp, yazacak, çizecek kişi etrafından dolaşmak, mecbur kalmazsa o konularda görüş bildirmemek ve yazmamak çizmemek yolunu tercih edecek. Bu kadar basit bir bildirgenin bile idari ve cezai soruşturma konusu edilmesi dolayısıyla. Onun için çok ciddi bir zarar verdi. Bu zarardan dönmek için gerçekten fazlasıyla şey yapılması lazım. Hem bu soruşturmaların kapatılması lazım, hem bu zararların karşılanması lazım. Hem bunda sorumlu olan kişiler hakkında bu kez işlem yapılması lazım. Yasal dayanağı olmayan bir soruşturmayı yürüttüklerini söylüyoruz ve tamamen siyasi saiklerle yürütüldüğünü söylüyoruz. Bunu yapan kişinin esas hukuki sorumluluğu olması lazım ki bu verilen zararın dönüşü olabilsin.

  • Özeldeki sözleşme fesihleri için neler söylersiniz?

Vakıf üniversiteleri, AYM ve Danıştay içtihatlarına göre kamu hizmeti verdikleri için kamu tüzel kişisidir. Onun için bu sözleşmeyi ben kafaya göre feshediyorum diyemezler. Yaptıkları nihayetinde bir idari işlem ve idari işlem de kamu yararı amacı gütmeli ve sebep unsuru ile konu unsuru arasında bir illiyet bağı olmalı. Buradaki sebep unsuru ne? Bu metne imza atmış olmak. Böyle bir sebep unsuruna dayalı olarak ceza veremiyorsanız, bunu bahane ederek fesih de edemezsiniz. Şunu derlerse o düşünülebilir; Bu akademisyen benim yürüttüğüm bu hizmetin gereklerini yerine getirebilecek özellikleri taşımıyor, ben o yüzden sözleşmeyi feshettim. Ama burada öyle bir durum yok. Buradaki durum gayet açık, siyasi bir saikle yapılmış, onun için sözleşme açısından da kamu ilkeleri geçerlidir.

  • Haklarında soruşturma başlatılan akademisyenlere, bu hukuksuzluktan etkilenenlere önerileriniz ne olabilir? Haklarını arayabilmek için… Mesela tazminat davası açabilirler mi?

İptal davası açabilirler görev dönmek için. Açtılar da nitekim sanıyorum. Ama dönseler bile uğradıkları zarar için ayrıca o zararın tazminini isteyebilirler. Bu idari soruşturmaların sonucunda bakacağız duruma göre. Diğer akademisyenler için de geçerli bu.

  • Sizin eklemek istedikleriniz var mı?

Şu yönünü konuşmadık, onu eklemek isterim: Bu soruşturmaların bir de ceza ayağı var. Ceza davalarıyla ilgili olan bölümünde ifade özgürlüğüne ilişkin daha net şeyler söylemek lazım. Onu da yazacağız biz. Buradaki ifadelerin terörü övdüğü veya Türk milletini, orduyu aşağıladığı tarzda iddialar var. Bunlar da mesnetsiz. AİHM’in onlarca kararı var Türkiye ile ilgili. Ve burada şiddetle veya nefret söylemiyle doğrudan illiyet bağı olmayan ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu ve ceza hukuku yaptırımlarına tabii tutulamayacağına ilişkin çok net bir içtihat bu. Zaten savcılar da aynı şekilde bakın; o yüzde terörle mücadeleye sokmadılar 301’e sokmaya çalıştılar. Ama 301’e soktuğunuzda da aynı sorundan kurtulamıyorsunuz, AİHM 301 ile ilgili de aynı şeyleri söylüyor: Eğer bir nefret söylemi, bir şiddet çağrısı yoksa kişileri ifadelerini kullanabilir. Ki “devlet kıyım yapmıştır” demek bu anlama gelmez. Daha çok yakın bir zamanda Perinçek – İsviçre davasında, Perinçek’in tersini söyleme hakkının ifade özgürlüğü olduğuna dair çok ayrıntılı bir savunma vermişti. Perinçek’in ifade özgürlüğü var bir konuda, ama 2000’i aşkın akademisyenin hem Türkiye ile ilgili, hem bu kadar güncel bir konuda hem de şiddet çağrısının olmadığı çok açık ve netken, devlet kıyım yapıyor demeleri şunu öldürün, bunu öldürün anlamında değildir. Bu çok açık ve net…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güvenlik Kodu * Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.