Demet Parlar
“Kuşku tohumları için daha derine ineceksin.
Daha derine inmemiz lazım.
Bu karanlığa inmeden bulamazsın.
Mesele bu karanlığın kendisinde.”
A. H. Tanpınar / Mahur Beste
Tek bir sözcükle, tek bir kavramla anlatılması, anlaşılması zor, çok zor bir zamanda yaşamamıza rağmen içinde bulunduğumuz döneme en çok yakışan ismin, “Çoklu Krizler Çağı” olduğunu düşünüyorum. Krizler çoklu olsa da kökeni oluşturan nedenler aynı; Ulus-devlet destekli endüstriye dayalı hızlandırılmış sermaye birikimi (1).
Bu durumun üzerine Türkiye’nin siyasi gündeminin demokratik bir ülkede hiç olmayacak olaylarla her gün değişmesi, aynı gün veya birkaç gün içerisinde insanı çelişkili duygular sarmalı içine alıyor; sevinirken üzülüyor, kahrolurken sevinmeye başlıyoruz, ne için öfkelenip neye tepki vereceğimize karar veremiyoruz, yaşadıklarımız, ekranlarda gördüklerimiz, okuduklarımız, duyduklarımız ve tanık olduklarımız bizi farklı duygulara savuruyor. Bu olayların ve duyguların yarattığı türbülansın içinde geri planda hep aynı soru zihinlerimizi kurcalıyor; Ne yapabilirim (ki)?
“Ne yapabilirim?” sorusu sonsuz olanaklara kapı açarken, ki eki gelince soru; “Ne yapabilirim ki?”ye dönüşünce olanakların kapısını sımsıkı kapayarak bizi şimdinin karanlığına, boğucu havasına sıkıştırıyor. Ve soru bilinçaltının karmaşık labirentlerinde kayboluyor, nedenini açıklamada güçlük çektiğimiz iç sıkıntısı ve gerginlikle, keyifsizlikle, en kötüsü koyu bir umutsuzluk ve çaresizlikle yaşamlarımızı derinden etkilemeye devam ediyor…
Şimdinin umutsuzluğu ve bıkkınlığına bulanmış çaresizliği neredeyse sosyal bir pandemi haline gelmiş durumda. Elbette birçok viral hastalıkta olduğu gibi bu hastalığın da tedavisi ve aşısı mevcut. Üstelik bu yeni bir tedavi yöntemi, yeni bir aşı da değil. Homo Sapiens öncesi birçok canlı türünün uyguladığı bir tedavi; örneğin 2016 yılında Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America (PNAS) dergisinde yayınlanan bir çalışma, insan dışındaki diğer primatlarda, memelilerde ve bir başka çalışma da papağanlar gibi bazı kuş türlerinde yardımlaşma davranışlarını gösteriyor, ayrıca işbirliğinin evrimsel olarak canlılarda yaygın bir davranış olduğuna dair çalışmalar da var (2, 3,4). Ama yoğun küresel türbülansın etkisi ve iktidarın yirmi üç yıldır sürdürdüğü algı mühendisliği nedeniyle hemen herkes kendi çekirdek dünyasına çekilmiş, dayanışma, iş birliği, yardımlaşma gibi kadim bir tedavi neredeyse unutulmuş durumda. “Topluluk yok, birey var” diyen “narsistik bir hissizlik” yaratan zamanın ruhuna direnip, dayanışmayla birliktelikleri zenginleştirerek zorlukların üstesinden gelebileceğimizi hatırlamak ve hatırlatmak zorunda olduğumuz günlerdeyiz.
Yaşadığımız döneme dair küresel ve bölgesel ölçekte yapılan bazı akademik çalışmalar kadar, Akbelen, Kazdağları, Elbistan, Samandağ örneklerinde olduğu gibi yaşanan haksızlıklara karşı gelenler; ezberlerimizi bozmaya ve düşünce dünyalarımızı değiştirmeye, en azından derinleştirmeye yardımcı oluyor;
“Türkiye’de anayasaların inşası ve bu inşanın akabinde üretilen söylemlerin dayandığı temel retorik, egemenliğin kayıtsız şartsız kullanımıdır… egemenliğin millete ait olduğunu söylemek bunca yıldır yaşanan egemenlik-temsiliyet sorununu çözebilmiş değildir. Kendisini anayasa ve vatandaşlık ilişkilerine dayandırarak var etmeye çalışan siyasal ideoloji; temsil ve egemenlik sorununu yine kendisinin tanımladığı bir anayasa çerçevesinde çözme yoluna gitmişti. Vatandaşın kim olacağına karar veren ve vatandaşlığın sınırlarını belirleyen unsur ise anayasalardır … Egemenlik ilişkisinin Cumhuriyet tarihinde demokratik bir temele oturduğunu söylemek zor. Osmanlı’da yöneten-tebaa ilişkisi Cumhuriyet Türkiyesinde devlet-vatandaş biçimine evrilmiştir.” tespitlerini yapan Ulutaş’ın “Anayasal düzlemde yapılan vatandaşlık tanımlarının ne kadarı Türkiye toplumuyla özdeş?” sorusuna ve tespitlerine katılmamak mümkün mü? (5-Ulutaş E., 2014: 77-8).
Bilimsel olduğu ön yargısıyla olguları işaret etmek yerine algıya oynayan yani farkına vararak ya da varmadan egemen olanın oyunu içinde akademik işlevlerini yerine getiren, “lehimci mühendis” (1) olarak da tanımlanan akademisyen ve uzmanların varlığı nedeniyle şüpheci olmak da gerekiyor tabii ki.
Uluslararası antlaşmalarda Türkiye olarak verdiğimiz sözlerin tutulmadığı, Anayasa’nın Danıştay’ın kararlarının uygulanmadığı, Anayasa ile güvence altında olan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı (Anayasa Madde 56), toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı (Anayasa Madde 34), çalışma hakkı (Anayasa Madde 49) gibi temel insan haklarımızdan mahrum bırakıldığımız bir dönemdeyiz (6,7,8).
Yaşadığımız bu döneme dair yapılan; “Hukukun ‘Namevcut Mevcudiyeti’: Türkiye’deki “Anayasızlaştırma” Konjonktürünün Analizi” başlıklı başka bir akademik bir çalışma; özellikle 2008 Krizi sonrası uygulamaya konulan ekonomi politikalarının karar alma süreçlerinde merkezileşme ve otoriterleşmeye yol açarak Türk siyasetinde ve hukuk sisteminde bir dönüşüm yarattığına dikkat çekiyor. “Neoliberal popülizm” ve “otoriter neoliberalizm” olarak tanımladığımız küresel çelişkilerin ulusal ölçekte yoğunlaşan kriz dinamiklerine eklemlenmesiyle, hukuk devletinin tahribatı veya otoriterleşmesinin ötesinde Türkiye’de kapitalist devletin “normal/demokratik” biçimi olarak anayasal yönetim modelinin ortadan kaldırıldığı bir durumu ortaya çıkardığı tespitini yapıyor. Özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası demokratik-parlamenter siyaseti tasfiye ederek “istisnai rejim” kurma ve bu istisnai rejimi kurumsallaştırma amacına yönelmiş bir “Anayasasızlaştırma” süreci olarak değerlendiriyor 2008 sonrası Türkiye’nin halini bu çalışmasıyla M. E. Kaya. (9-Kaya, M. E.-2023)
Siyaset bilimci Fuat Ercan da “Kamusunu unutan devlet.” olarak tanımlıyor yaşadığımız dönemi (10- Ercan F. 2025) Yurttaşlık, belirli bir devletle kişi arasındaki karşılıklı hak, görev ve yükümlülük ilişkilerini belirleyen hukuksal bağ olarak tanımlanıyorsa (11) bizler; kamu ve devlet arasında kalanlar yurttaş olduğumuzu unuttuk mu ki bu “karşılıklı hak” durumu görmezden gelinmeye başlandı?
İster istemez sorular arka arkaya sıralanıyor, insan bu kez zihinsel bir türbülansa giriyor; Yurttaş olmak ne demek? Vergi vermek ve seçimlerde oy kullanmak dışında yurttaşın görevleri nelerdir? Devlet- Yurttaş ilişkisi nasıl olmalı? Anayasızlaştırılan bir ülkede hak arayışının demokratik yolları nasıl bulunur? Neden oy verdiğimiz partilerden, milletvekillerinden, muhalefette veya iktidarda yaptıkları yanlışlar, yolsuzluklar, söyledikleri yalanlar nedeniyle sandıklarda hesap sormuyoruz? Neden takım tutar gibi iyi de oynasa, kötü de oynasa aynı partiye, kişiye oy vermeye devam ediyoruz?
Neden? Nasıl oluyor da kadim sözler olarak gördüğüm ve zaman zaman severek kullandığım atasözlerimiz arasında “bal tutan parmağını yalar” gibi yolsuzlukları doğallaştıran sözler de var? Başka ülkelerde dillerde benzer atasözleri veya deyimler var mı acaba?
Soruları hep çok sevdim … Karanlıktaki ateş böcekleri gibi gelmiştir sorular bana…Bilinmezi aydınlatırken çözüm yollarının kapılarını aralayan minik ışıklar…O yüzden karanlık arttıkça sorular kadar, umut da artıyor diye düşünüyorum. Aslında karanlıkla umudun, iyilikle kötülüğün nasıl iç içe yaşanabildiğini, dünyanın nasıl sonsuz olanaklarla dolu olduğunu, C. Dickens Fransız ihtilali öncesi Londra ve Paris’ini anlatan romanında (İki Şehrin Hikayesi) tam 166 yıl önce ,1859 yılında yazmış;
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü hem akıl çağıydı hem aptallık hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana…”
Tercih bizim…
- Ercan F., Birleşik Çoğul Krizler (2025,): “Karanlık Odada Olmayan Kedi ile Olan Fili Tanımlayamama Üzerine Fragmanlar, Sermayenin Egemenliğinden Yaşamın Yıkımına Birleşik Çoğul Krizler” (ed; S.Araman, F.Ercan), SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınevi
- G. Forster, et al. Şempanzeler, Yardımlaşmayı Rekabete 5 Kat Fazla Tercih Ediyor! (8 Haziran 2021). Alındığı Tarih: 22 Ağustos 2025. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/7161
- Ç. M. Bakırcı. Papağanlar, Türün Diğer Bireylerine Karşılık Beklemeden İyilik Yapıyor! (11 Ocak 2020). Alındığı Tarih: 22 Ağustos 2025. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/8191
- D. R. Rubenstein, et al. Karmaşık Hayvan Toplumlarında Görülen İşbirliği ve Çatışma Çözümü Gibi Davranışlar Nasıl Evrimleşti? (19 Ekim 2016). Alındığı Tarih: 3 Eylül 2025. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/437
- Ulutaş E., Türkiye’de Vatandaşlık ve Anayasal Süreç, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/Volume: 9, Sayı/Issue: 1, Yıl/Year: 2014
- Anayasa Madde 56; “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”
- Anayasa Madde 34; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
- Anayasa Madde 49; “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.”
- Kaya M. E. Hukukun ‘Namevcut Mevcudiyeti’: Türkiye’deki “Anayasasızlaştırma” Konjonktürünün Analizi, PRAKSIS, 2023/Otoriterleşme ve Direniş
- Ercan F., Kamusunu Kaybetmiş Devlet (Yaşanan Depremden Yaşanacak Depreme-Devlet, Kamu ve Cumhuriyet), 2025, İktisat Dergisi
- Gökşen S., Bir İşlev Olarak Yurttaşlık, Erzincan B. Y. Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2022, cilt 26, Sayı:1, 197-232
