TOKİ’ler mi? Yaşam mı?

Makale

Demet Parlar

“İşbirliğine hazır kitleler varken, vatandaştan, sivil toplumdan, malikten habersiz alınan kararlar, yapılan icraatlar bu kenti yavaş yavaş yok etti ve yerine tatmin edecek değerler ortaya konamadı. Belki bir ‘dükkânımız’ olacak ama ‘işyeri’ olmayacak. Belki ‘evimiz’ olacak ama ‘yuva’ olmayacak. Belki bir ‘şehir’ de olacak ama bize ait olmayacak.”
HAMOK* (29 Eylül 2025 Basın açıklaması)

“Vatandaşın emeği, göz nuru, tapulu küçük geçimlik mülkü, tarım arazisi, narenciye ve seracılık arazisi, 10 yıllarca yurt dışı işçiliği ile kazandığı tapulu mülkünü, tahrip eden kararları veren kim olursa olsun, yetkisi ve mevkisi ne olursa olsun utanmalıdır. Güya depremzedeye konut yapılacak, depremzedeye yardım edilecek. Depremzedeyi mağdur ederek, depremzedeyi ezerek, ağlatarak, mülksüzleştirerek depremzedeye yardım edilmez.”
Mevlüd Oruç, Samandağlı Gazeteci

6 Şubat Depremi’nin üzerinden geçen süre üç yıla yaklaşırken Hatay’da insanından hayvanına, dağından nehrine, sulak alanlarına, zeytinliklerinden mandalina bahçelerine doğanın tüm parçaları varoluşlarını sürdürmekte zorluk yaşıyor. Depremin yaraları kapanmak şöyle dursun, özellikle yıkımın çok olduğu ilçelerde sanki hiçbir canlı yokmuşçasına sürdürülen TOKİ inşaatları yeni sorunların ve sıkıntıların ortaya çıkmasına neden oluyor, yaralar iyileşmek yerine derinleşiyor. Eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını, ulaşım, elektrik, su, İnternet gibi alt yapı sorunlarının çözümünü geri planda tutarak yalnızca barınma sorununu çözme amaçlı sürdürülen hızlı bir şantiyeleşme ve inşaat süreci yaşanıyor.

TTB ve SES’in Şubat 2023 Depremleri 30. Ay Değerlendirme Raporu’nda; yeniden inşa edilmesi gereken bir yaşam yerine bina inşaatları tercih edilirken sağlığı belirleyen bileşenlerin göz ardında tutulduğuna dikkat çekiliyor. Bölgedeki kent ve köy sakinlerinin sağlıklı bir çevrede yaşam için gerekli temel ihtiyaçlardan yoksun bırakıldığı bu koşulların sürmesine izin verilmesinin sosyal-toplumsal bir cinayet olduğu tanımı yapılıyor.

Son derece somut verilerle hazırlanmış olan 30. ay raporunda; çocukların sağlığının beslenme yetersizliğinden, bağışıklama hizmetlerindeki problemlerden, sağlıksız bir çevreden nasıl etkilendiğinden, okul terklerine, çocuk işçiliğine, şiddet ve madde bağımlılığına, şiddet, taciz ve istismar ve eril baskının artmasının yanı sıra, artan bakım yükünün kadın sağlığı üzerine etkilerine, işçi cinayetlerine , mültecilerin sıkıntılarına, ekolojik ve ekonomik sorunlara toplumun iyilik halini etkileyen birçok sorun ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor(1). Tüm bu sorunların temelindeki yönetim anlayışının yarattığı iki ağır mesele Hatay’ın tümünde gitgide katmanlaşarak ve tüm sıkıntıların ana nedeni olarak yaşanıyor; HIZ ve BELİRSİZLİK. Bu durum yıkımın çok fazla olduğu Antakya, Defne ve Samandağ ilçelerinde hayatı çok daha fazla etkiliyor ve zorlaştırıyor.

Şantiyelerden, devam eden yıkımlardan, yerleşim yerlerinin ortasına pıtrak gibi açılan beton santrallerinden ve taş ocaklarından yayılan toz duman kadar, inşaat süreçlerinde halkı bilgilendirme eksikliğinin yarattığı BELİRSİZLİK şehrin üzerine kabus gibi çöküyor. TOKİ’lerin ne zaman teslim edileceği, geri ödemelerinin miktarının ne olacağı, yapıların niteliği, sağlamlığı, bu alanlara ulaşım seçeneklerinin belirsizliği bir başka sıkıntılı durum olarak karşımıza çıkıyor.

Biten TOKİ’lere yerleştirmeler kura ile olduğu için mahalle kültürü, sosyal ihtiyaçlar hiç dikkate alınmıyor, hangi bölgeden size ev çıkacağının belirsizliği ayrıca bir stres kaynağı oluyor insanlar için. Bu durum geri dönüşü zorlaştırarak bölgenin özgün demografik yapısının bozulma riskini yaratıyor.

İnanılmaz bir hızla gece gündüz sürdürülen şantiyeleşme sürecinde yaşanılan hava kirliliği başta çocuklar ve yaşlılar olmak üzere bölgede yaşayan herkesin fiziksel sağlığını ciddi ölçüde etkilerken, belirsizliğe bağlı kaotik toz duman da depremin açtığı yaraların, beden ve ruh sağlığının iyileşme olanaklarını yok ediyor, toplumsal iyilik halinin oluşmasına izin vermiyor.

Şantiyelerin, taş ocaklarının, beton santrallerinin çalışmaları bölgede hava ve su kirliliği, su kıtlığı yaratarak, ekosistemi bozarak toplum ve çevre sağlığını ciddi olarak tehdit ediyor. Hatay’da hava kirliliğinin Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği güvenli sınırın 4 katına ulaştığı bilinirken, kazanılan davalara rağmen, beton santralleri parkların ve okulların yanında mahallelerin ortasında çalıştırılmaya devam ediyor.

Sanki depremin yarattığı tek sorun barınma sorunuymuş, 32 aydır öncelikle çözülmesi gereken tek sorun barınmaymış gibi plansız ve düzensiz bir şekilde sürdürülen çalışmalar gündelik yaşamı çok zorluyor. Konteynır okullarda eğitim sürüyor hala (2) hala aile hekimleri çok kötü ve zor koşullarda konteynırlarda sağlık hizmeti vermeye devam ediyor, hala yeterli hastane, hastanelerde yeterli sağlık çalışanı ve malzeme yok. Ve hala ulaşım yetersizliği nedeniyle çocuklar gençler otostop yaparak okullarına, evlerine gitmeye çalışıyor. Gençler için spor yapma ve kültürel faaliyetlere erişim olanakları neredeyse hiç yok. Gençler arasında uyuşturucu bağımlılığı, sokak çeteleri, intihar oranları artıyor.

Artan ruh sağlığı sorunlarına (travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, alkol, madde ve kumar bağımlılıkları, şiddet, istismar, tacizler ve 8 yaşına kadar inen kendine zarar verme davranışı) karşın kamuya ait ulaşılabilir, yeterli, kalıcı psikososyal destek merkezleri ihtiyacı hala karşılanabilmiş değildir. STK’ların deprem bölgesinden çekilmesiyle de psikososyal destek hizmetleri alarm verir hale gelmiş durumda (1).

Diğer yandan sayıları ihtiyaç fazlasının üstüne çıkan TOKİ’ler bir türlü tamamlanıp konteynırlarda yaşayanlara teslim edilmiyor, teslim edilenlerin sayısı gecen 32 aylık sürece rağmen yüzde elliyi bulabilmiş değil. Üstelik hala hazine arazileri dururken yeni TOKİ inşaatları için Dikmece’de olduğu gibi zeytinlikler, Mağaracık ve Kurtderesi’nde olduğu gibi narenciye bahçelerine mülk sahiplerinin rızası olmadan el konuluyor, inşaat şirketleri kolluk kuvvetlerinin desteğiyle zeytin ağaçlarını ve mandalina bahçelerini kesiyor. Bölgenin zengin ekosistemi yok edilirken insanların geçim kaynakları, tarlaları, bahçeleri ellerinden zorla alınıyor.

TOKİ inşaatları ekolojik kırımlarla, mülkiyet haklarının gaspıyla devam ederken, Hatay’da depremde 56 ASM yıkılmış olmasına rağmen depremden sonra yalnızca 2 ASM yapılabilmesini anlamak mümkün değil. Antakya’da açılacağı söylenen yeni hastane (Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi) için çok sayıda yer (Karlısu, Gülderen, Narlıca, Havaalanı kavşağı, Serinyol ve Topboğazı gibi) dillendirilse de projesinin hazır olduğu söylense de hastanenin yapımına bir türlü geçilememesini de anlamakta güçlük çekiyor insan (1).
Diğer yandan sağlık hizmetleri kadar toplumsal yıkıma bağlı artan sosyal hizmet gereksiniminin göz ardı edilmesi, bu konuda da herhangi bir inşaat çalışmasının olmaması insanların unutulduğunun bir başka çarpıcı göstergesi. TTB 30. ay raporunda kamuoyuna açıklandığı gibi Hatay’da yıkılan ŞÖNİM, Huzurevi ve Rehabilitasyon Merkezi, Kadın Konuk Evi, Engelsiz Yaşam Bakım Rehabilitasyon Merkezi ile Defne ve Antakya Sosyal Hizmet Merkezleri Müdürlük binaları hala yapılmış değil. Birimlerin önemli bir kısmı konteynırda ya da geçici binalarda hizmet vermeye devam etmekte. Çocuk, kadın, engelli ve yaşlı, psikososyal destek alanlarında artmış sosyal hizmet gereksinimi; olanaksızlıklar, personel eksikliği ve yaklaşım sorunları nedeniyle karşılanamıyor. Yıkılan göçmen sağlık merkezlerinin yerine yenisinin yapılmaması mültecilere yönelik sağlık hizmetlerinin kötüye gitmesine neden oluyor.

Bu yıkıcı şantiyeleşme sürecinde HIZ nedeniyle yalnızca telafisi mümkün olamayacak doğa katliamları, trafik kazalarına bağlı can kayıpları, işçi ölümleri ve iş cinayetleri, insanları canından bezdiren ulaşım ve trafik sorunları gerçekleşmedi, gerçek anlamda bir kültürel kırım da yaşandı, yaşanmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde hasar görmüş ama restorasyonu mümkün olan tarihi Antakya yapılarının kepçelerle yıkılıp dümdüz edilmesi kültürel kırımın vardığı son nokta oldu. Bu konuda Hatay Akademik Meslek Odaları Koordinasyon Kurulu (HAMOK) “Dayanacak Gücümüz Kalmadı” başlıklı bir basın açıklamasıyla şehrin son durumuna dikkat çekmiş ve hem anlaşılması mümkün olmayan bu kültürel kırıma hem de Antakya’nın en önemli hafıza ve soluk alma alanlarından Atatürk Parkı’nın şantiye alanına dönüştürülmesine ilişkin Hatay Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna şikayet ve suç duyurusunda bulunduğunu açıklamıştı.

Depremle tamamına yakını yıkılmış tarihi ve özel bir şehrin ayağa kaldırılma çalışmaları içinde olmaları gereken Hatay şehir plancıları, inşaat mühendisleri, mimarlar odası, tabip odası, veterinerler odası gibi kurumların yöneticilerinin dahi yanıtını bilemediği sorular sarmalı yaşatılan belirsizliğin, plansızlığın daha ötesi keyfiliğin boyutlarını gösteriyor; “Son günlerde ayakta kalmayı başarabilmiş, restorasyonu özgün malzeme ve izleri ile gerçekleştirilebilecek olan birçok binanın yıkımı gerçekleştirilmiş ve daha birçoğu sırasını beklemektedir. Bu yıkım kararını kim almıştır, neye istinaden alınmıştır, neden vatandaş restorasyon yerine rekonstrüksiyona mecbur bırakılmaktadır?”

Aynı basın açıklamasında kentin sakinlerinin fiziksel, psikolojik ve ekonomik yıkılmışlık içerisinde inşa edemediği tescilli yapısını ve parselini elinden çıkarmak zorunda kalacağı belirsizlik sürecine, bu durumun da demografik yapıyı koruma hassasiyetinden uzaklaşmaya neden olacağına dikkat çekildi (3).

Geçtiğimiz günlerde Samandağ’ın Mağaracık ve Kurtderesi mahallelerinde TOKİ’ler için acele kamulaştırma gerekçesiyle geçimlik mandalina bahçelerinin talan edilmesine karşı yükselen çığlıklar, açılan davalar korkunç bir sessizlik duvarına çarpıyor, mülk sahipleri ve doğa savunucuları karşılarında inşaat şirketi çalışanları ve görevli kolluk kuvvetleri dışında bir muhatap bulamamanın ağır sıkıntı ve stresini yaşıyor.

Hatay’da, Antakya’da hizmet için şart koşulan yerel yönetim ve merkezi yönetim uyumu olmasına rağmen belediye hizmetleri de hala aksak ve eksik sürdürülüyor. İki gün önce yaşanılan ağır sağanak yağışta şehrin geldiği hal bunun çarpıcı bir göstergesi oldu (4).

Sonuç olarak 6 ve 20 Şubat depremlerinden 32 ay sonra ne Antakya’dan ne Samandağ’dan ne de Hatay’ın diğer ilçelerinden normalleşmeye dair güzel haberler, iyilik halini müjdeleyen haberler ne yazık ki hala yok. Ama bütün bu olumsuz koşulların değişeceğine, değişmesi gerektiğine dair sağlam bir umut ve desteğe ihtiyaç duyan bir dayanışma var. Dayanışmanın gelişmesi ve yaygınlaşması çağrılarına yanıt vermek isteyenleri bekliyor Antakya ve Antakyalılar.

1- TTB & SES Şubat 2023 30. Ay Değerlendirme Raporu https://www.ttb.org.tr/userfiles/files/ttb_ses_subat2023depremleri_30ayraporu.pdf
2- https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/hatay-da-egitim-sorunlari-bitmiyor normallesen-bir-hayat-yok-2432870
3- Hamok Basın Açıklaması 29 Eylül 2025, https://atayurtgazetesi.com.tr/hamok dayanacak-gucumuz-kalmadi/
4- https://www.asigazetesi.com/hatayda-konteyner-kentlere-yagmurlu-havada-su-yok

* Hatay Akademik Meslek Odaları Koordinasyon Kurulu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güvenlik Kodu * Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.