Mehmet Antmen
Bundan yedi yıl önce Alev tarafından kaleme alınan aşağıdaki yazı, gerek Alev’in meslek yaşamının güçlüğünü ortaya koyma ve gerekse de son 22 yıldır uygulanan sağlık politikalarının vahametini vurgulama açısından örnek bir yazı.
Alev’in 22 yıllık kamu hizmeti ciddi sıkıntılarla geçti. Bu sürecin 18 yılı Adana’nın Dağlıoğlu mahallesinde; Kürt illerinden göçün çok yoğun yaşandığı, sosyo-ekonomik yaşamın hemen hiç olmadığı, sağlık göstergelerinin içler acısı olduğu bir bölgede gerçekleşti. O bu durumu bir dezavantaj olarak değil, kendi ülkesine ve onun en kötü şartlar altında yaşayan vatandaşlarına yönelik bir hizmet yarışı olarak algıladı ve bu görevi yaparken hiç şikâyet etmedi.
Gerek hastalarla ve hasta yakınlarıyla ve gerekse de idare ile sorunlar yaşamadı mı; elbette ki çok yaşadı. Öyle ki bir yandan hastaların ve hasta yakınlarının bilim dışı taleplerine karşı mücadele ederken, diğer yandan eczanelerin piyasacı taleplerine karşı mücadele etmekten çok yorgun düşer, eve geldiğinde çok hasta bakmaktan ya da çok çalışmaktan ziyade bu piyasacı taleplerden bıktığını hemen belli eder, ertesi gün sağlık ocağına giderken bu sorunlarla nasıl baş edeceği konusunda planlamalar yapardı.
Alev hayat arkadaşım olmasının yanı sıra sınıf arkadaşımdı ve birlikte mezun olup, üç yıl Malatya’nın Akçadağ ilçesinde mecburi hizmet yapmıştık. Adana’nın Yumurtalık ilçesinde yaptığımız bir yıllık biraz fazla rahat bir dönemden sonra o Dağlıoğlu Sağlık Ocağı’na ben de Adana Devlet Hastanesi’ne gelmiştik. Alev Adana’ya gelir gelmez, hem Malatya’daki tabip odası üyeliğini Adana’ya aldırmış, hem de yeni başlayan kamu emekçileri sendikaları mücadelesi çerçevesinde çok yeni kurulan Tüm Sağlık Sen’e önce üye olmuş, daha sonra da iş yeri temsilcisi olmuştu. İktidarın “sağlıkta dönüşüm”, bizlerin de “sağlıkta yıkım” olarak nitelendirdiğimiz politikalar henüz başlamamıştı ama sağlık ocaklarının altı boşaltılmaya, yazar kasa gibi ilginç malzemeler birinci basamağa gelmeye, performans ve döner sermaye gibi yeni terimlerin çalışma yaşamımıza hâkim olmaya başladığı günleri yaşıyorduk.
Sağlıkta yıkım politikaları bizleri bekliyordu ama Alev de bu politikalara karşı mücadele etmek dışında bir seçeneğimiz olmadığının farkındaydı ve gerek tabip odasında gerekse de sendikada üzerine düşen görevleri layıkıyla yapmaya çalışıyordu. Tüm Sağlık Sen’in daha sonra SES’e dönüşmesi ile mücadele daha fazla büyümüş, sertleşmiş ve müdürlük tarafından cezalar yağmaya başlamıştı. Bu cezalar bizim aile yaşantımızı da olumsuz etkiliyordu ve ben genelde il dışı sürgünlerde yaşıyordum ancak Alev bu sıkıntıların hiçbirinden yakınmadan mücadeleye devam ediyordu. Onun en önemli sıkıntısı çok konuşup, mücadelenin gereğini yapmayan ve “solcu” olarak kendini lanse eden insanlardı. Bu konuda hepimizden daha duyarlıydı ve sözlerini asla sakınmadan söyler, gerekli tavrı hiç çekinmeden koyardı. Çoğu zaman bu konuda farklı düşünürdük ama o düşüncelerinden asla taviz vermez, gerekirse ortamdan uzaklaşmayı daha doğru bulurdu. Kendi yazısında çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi aile hekimliği sisteminin tamamen sağlığın piyasaya açılması olduğunu yaşayarak görmüş ve bu sisteme karşı tepkisini 2009 yılında emekli olarak ortaya koymuştu.
Alev’in en önemli duyarlılıklarından biri de insan hakları mücadelesi idi. Bu konuda hem Adana Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu’nda sorumluluk almış, hem de uzun süre Türkiye İnsan Hakları Vakfı Adana Temsilciliği’nde çalışmıştı. 2000 yılında, iktidarın “hayata dönüş” olarak nitelendirdiği cezaevi katliamında Alev, gerek Adana Tabip Odası ve gerekse de TİHV Adana Temsilciliği adına Ceyhan Cezaevi’ndeki tutsaklarla görüşmeler yapmış, hemen öncesinde tutsakların açlık grevlerinin haftalarca takibini yapmış ve bu konuda çok değerli çabalar sarfetmişti. Kişilik özelliklerine ters gelen bazı uygulamalar nedeniyle 2013 yılında Vakıf’tan da ayrılmak zorunda kalmış ve hiç istemediği halde iş yeri hekimliği yapmak üzere OSGB’ler ile görüşmeye başlamıştı. OSGB maceralarını 2018 yılına kadar kendisi yazdığı için o süreçten bahsetmeyeceğim ama bu tarihten sonra yaşadığı altı yıl boyunca defalarca OSGB değiştirdiğini belirtmekte yarar görüyorum. Zira o hiçbir haksızlığa tahammül etmeyen yapısıyla istemeden de olsa kırıp dökmekten çekinmeyen, tavır alırken kendisine değer veren insanları üzmekten sakınmayan, uzun yıllar yanında, ona destek veren insanlara karşı da tavizsiz tutumuyla çoğu zaman yalnızlaşmayı seçen bir insandı.
25 yılı hayat arkadaşlığı olmak üzere 44 yıl süren bir yoldaşlık, çalışma ve sosyal arkadaşlık yaşamımız 1 Mart 2025 tarihiyle bitmiş gibi değerlendirilebilir. Ancak hem çatışmalarımızın hem ortaklaşmalarımızın hem de konuşmadan birbirimizi anlamaya çalışmalarımızın tarihi olan bu 44 yılın bana kattıklarıyla ve bugün 34-36 yaşında olan çocuklarımızın sağladığı ortak değerlerle bundan sonraki yaşamımda da ondan derin izler olacaktır.
Huzur içinde uyu biricik Alev.
Bir Serbest Piyasa Deneyimi Olarak; Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri
Dr. Alev Hazel Aksungur
Tepe Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi
Emekli bir kadın hekimim. Yaşım 53. Emekli maaşım geçinmeme yetmediği için Ocak 2014 yılından beri Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri’nde (OSGB) işyeri hekimi olarak çalışmaktayım. Şu an 7. OSGB’de çalışıyorum. Kamuda çalışırken Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’na (SES) ve Tabip Odasına üyeydim. Halen bağlı bulunduğum tabip odasında aktivist olarak çalışmaktayım. Şimdiye kadar çalıştığım 7 farklı OSGB’de yaşadığım deneyimlerden yola çıkarak var olan olumsuzlukları sizlere anlatmaya çalışacağım; bunu yaparken tamamen yaşadıklarımdan örnekler vereceğim.
Yıllarca iktidarın büyük bir başarı olarak gösterdiği sağlığı özelleştirme çabalarını hep kaygı ile takip ettim. Koruyucu sağlık hizmetlerinin yok edilip sağlık ocağı sisteminden aile sağlığı sistemine dönüşmesini birebir yaşadım. Girdiğim her ortamda sağlığın özelleştirilmesinin getireceği büyük yıkımı anlatmaya çalıştım. Göç alan bir mahallede sağlık ocağı hekimi iken Aile Sağlığı Merkezi (ASM) kavramı ile tanıştım. Evime daha yakın olan bir ASM’de ancak 5 ay çalışmaya katlanabildim ve emekliye ayrıldım. ASM binası bir eczanenin üstündeydi ve eczacının kiracısıydık. Eczanenin sahibi reçetelerini yazdırma karşılığında ASM masraflarını karşılamak istiyordu. Yürütülen kirli sağlık politikaları ve mesleki kirlenme nedeni ile ne yazık bu tür olaylar sıkça oluyordu. Mücadele alanlarını özel koşullarım nedeni ile sadece birkaç yıl bıraktım. Geri döndüğümde kirlenmenin, yozlaşmanın birkaç yıl içinde bile ne kadar çok yoğun bir şekilde arttığına tanık oldum. Yeniden meslek odama gidip gelmeye başladım.
İlk OSGB deneyimim tam bir yıl sürdü. Saat ücreti üzerinden anlaşmıştım. Saati 30 TL idi. Çok sayıda küçük işletme (100’ün üzerinde) yanı sıra büyük işletmelere de gidiyordum. Hafta sonları çalışmıyordum. Hafta içi işim bittiğinde erken çıkabiliyor ve kendime zaman ayırabiliyordum. İlk 3 ay böyle geçti ama daha sonra bana bağlı olan işletme sayısı arttıkça fazla mesaiye kalmaya başladım. Fazla mesai için ek ücret ödenmiyordu. Haftanın dört günü kendi aracımla geziyordum. Yanımda bir C sınıfı iş güvenliği uzmanı vardı. Araba kullanmayı bilmediği için aracı ben kullanıyordum. Haftanın bir günü ise bir başka C sınıfı uzmanla, ona verilen şirket aracı ile geziyordum ve genelde aracı uzman arkadaşım kullanıyordu. Yollarda olmak güzeldi. Saha gezisi yapmak güzeldi. Çalışanlara birebir dokunabilmek güzeldi.
Tam olarak kaç ay sonra olduğunu anımsamıyorum ama aracıma taşıt tanıma sistemi takıldı. Böylece hafta içi yakıt paramı şirket karşılamaya başladı. Saat üzerinden anlaştığım için maaşım çok düşüktü. İlk ay 1.300 TL aldım. Bir yıl sonra istifa ederken 4.500 TL hak etmiştim.
Gezdiğim işletme sayısı çok fazla olduğu için işe adapte olmam uzun bir zaman aldı. Çoğu zaman işimi yetiştiremediğim için evde de çalışmaya başladım.
İlk OSGB’nin en olumlu yanı çalışanların tüm tetkiklerinin yapılıyor olması ve çok iyi anamnez ve muayene yapma fırsatı yakalıyor olmamdı. Bu yüzden çalışanları takip edebiliyor, var olan rahatsızlıklarına göre iş değişikliği önerebiliyordum ki daha sonra çalıştığım yerlerde böyle bir talepte bile bulunamayacaktım. Ayrıca gerçekten eğitim veriyorduk. Kağıt üzerinde imza alarak yapılan eğitimlerle daha sonra çalıştığım OSGB’lerde karşılaştım.
Çalışan sayımız oldukça fazlaydı. İşyeri hemşiresi, iş güvenliği profesyonelleri, pazarlama görevlisi ve işyeri hekimleri olarak tam kadro çalışıyorduk. Bu kadar güzel bir ortamda çalışırken neden işten ayrıldığımı sanırım merak etmişsinizdir.
Bu OSGB’de ilk dikkatimi çeken olumsuzluk gıybetti. Gıybetin kiminle kim arasında yapıldığı hiç önemli değildi ve ne yazık ki işveren kimin iyi çalıştığı, kimin çalışmadığını öğrenmek için gıybet yapanları dinlemeyi tercih ediyordu ki daha sonra bunun tüm OSGB’ler için geçerli bir yöntem olduğunu yaşayarak öğrendim.
Serbest piyasa inanılmaz bir rekabet doğuruyor çalışanlar arasında. Bu rekabet aynı meslekteki çalışanlar arasında olmuyor sadece, pazarlama görevlisi iş güvenliği profesyoneli ile rekabete girebiliyor. Rekabet genellikle genç çalışanlar arasında yaşanıyor; gençlerde işini kaybedeceği kaygısı çok daha yüksek düzeyde oluyor. Bu konunun üzerinde durulması gerektiğine inanıyorum. Yıllardır yaşanan acılar; her isyanın ölümle, işkence ya da kötü muamele ile ya da cezaevi ile sonuçlanması genç nesilde derin bir gelecek kaygısı, bencilleşme ve yabancılaşma ile sonuçlandığını gözlemliyorum.
İlk olayı işe girişten bir ay kadar sonra yaşadım. Şehrin oldukça dışında bir işletme vardı ve ayda iki kez ziyaret ediyorduk. İkinci ziyaretimizdi. İşletmenin sahibi genç bir erkekti. Sahayı gezdik, önerilerde bulunduk, bunları yazdık, tam ayrılacakken patron bizi durdurdu ve aşçılarını muayene etmemi istedi. Yemekhaneye gidip aşçı kadınla görüştüm. Ciddi bir sağlık problemi vardı ve hastaneye gitmesi gerekiyordu. Bunu patrona bildirdim. Ardında Tespit ve Öneri defterine de yazdım. Yola çıktıktan 10 dakika sonra patron bizi geri çağırdı. Geri döndük. Aşçının sigortasız çalıştığını söyledi. Defterde durumu düzeltmemi istedi. Diğer uzman arkadaşı arayıp görüşünü aldım ve yazının üzerini çizerek kaşe, imza attım. Patrona sigortasız işçi çalıştırmanın yasadışı olduğunu söylememle beraber ortalık karıştı. Biz işletmeden ayrıldıktan hemen sonra OSGB ortaklarından biri aradı ve hata yaptığımı, böyle davranmamam gerektiğini söyledi. Ofise geçince konuşalım dedim. İşimiz bitip ofise geçince iki ortak beni yanına çağırdı ve öncelikle kişiye sigortalı mısın değil misin diye sorman gerek ve patronlara çalışanı sigortalat deme hakkımız yok o yüzden işletmeyi senden alıyoruz, biz gideceğiz dediler. Şaşırdım. Aslında neden şaşırdım ben de bilmiyorum. Sigortasız işçi, özellikle kadın işçi çalıştırıldığını biliyordum, beni şaşırtan belki de patronun kölesi pozisyonunda olduğumuzun ilk canlı örneği ile karşılaşmış olmamdı. Daha sonra aynı OSGB’de sigortasız çalıştırılan çocuk işçiler ve Suriyeli işçilerle de karşılaştım.
İkinci örnekle kafamda yaptığım işin ne olduğu tam olarak oturmuş oldu; “O gün uzman arkadaşımla metal sanayide bulunan bir işletmeye ziyarete gitmiştik. İşletmenin sahibi de oradaydı. Ayda 1 saat uğramamız gereken bir yerdi ve OSGB’ye çok düşük bir ücret ödeniyordu. İşletmenin sahibi ofiste oturuyordu, bize de yer gösterdi. Tesadüf kızım yanımdaydı. Hal hatır sorduktan sonra işletme sahibi “güzel oldu bu iş, artık doktor ayağımıza geliyor, tabi ücretini ödüyoruz” dedi. Gülümseyip sustum. Kızım şaşkın gözlerle bana bakıyordu. O beni çok iyi tanıdığı için isyan etmemi beklemişti ama serbest piyasa oyunlarını ne yazık ki öğrenmeye başladığımı henüz bilmiyordu.
Haftanın bir günü ise C sınıfı iş güvenliği mühendisi bir erkek çalışanla geziyorduk. Şirket arabası ile çıkıyorduk. Hangimiz iyi hissediyorsa o sürüyordu arabayı. Onunla çırçır fabrikasından tutun, traktör tamir firması, iyi tarım yapan çiftlikler ve son dönemde de şehir içi ve dışı kargo şirketine gittik. Sahayı uzman arkadaşlarımla gezmeyi ilk günden görev edinmiştim kendime. Eğitimleri 8 saat sürmese de çalışanların anlayacağı şekilde anlatabilmek için kendi slaytlarımı hazırlamaya başladım. Her şey günlük güllük gülistanlık gibi duruyordu ama maaşım çok düşüktü.
Oysa çoğu zaman mesaiye kalıyordum. Erken gidip geç dönüyordum. Yine de OSGB sahibi ile konuşup maaş artışı istemedim. Bu yüzden özeleştiri verdim ileriki zamanlarda.
Burada OSGB’lerde gördüğüm temel yanlışlardan birini anlatmam gerektiğini düşünüyorum; OSGB personeli hekim, uzman, hemşire, sekreter bazen de pazarlamacıdan oluşabiliyor. Benim ilk çalıştığım yerde ve daha sonra ki yerlerde gördüğüm; OSGB patronlarının kim iyi çalışıyor, kim işini yapıyor, yapmıyor bilgisini yukarıda saydığım personellerden bir ya da ikisini seçip onlardan diğer çalışanlar hakkında bilgi topladıklarıydı. Bu da tüm personel arasında (çalıştıkları alan farklı olsa da) güvensizlik, hırs ve birbirlerini kötüleyerek patrona iyi gözükme çabası olarak açığa çıkıyordu. İlk OSGB’de pek çok kişinin derdini dinlemek gibi bir yanlışa düştüm. Bana bu bilgileri vermeyin dememe rağmen laf arasında birden söyleyip geri çekiliyorlardı. Çok yorgun hissetmeye başladım. Bu arada bir ameliyat geçirmem gerekiyordu. Ameliyatım yaklaşırken bir başka doktorun daha işe alındığını ve maaşının benimkinden çok fazla olduğunu öğrendim. Oysa ben o doktor yerine fazla mesai yapmıştım. Öfkem giderek artmaya başladı. Son olarak C sınıfı bir iş güvenliği mühendisinin belden aşağı bir dedikodu çıkarmaya çalışırken beni kullanmaya çalıştığını fark etmem, hemen ardından aracıma taşıt takip cihazı takılacağı dedikodusu da çıkınca bir gün iş dönüşü OSGB’ye uğrayıp işveren pozisyonundaki hekimle konuşup ayrılmak istediğimi ve nedenlerini anlattım. Kabul etmedi şu an bile almadığım yüksek bir rakam teklif etti ama reddettim çünkü çok öfkeliydim. İşsiz kaldığım bir haftanın sonunda işyeri hekimi olan bir arkadaşım bir OSGB’nin işyeri hekimi aradığını söyledi. Görüşmeye gittim. İl dışına çok çıkmam gerekecekti. Saat ücreti olarak değil tam gün çalışma üzerine anlaştım ama ücretin ne kadar olduğunu şu an anımsamıyorum. Sadece hangi illere gideceğimi önceden kesin olarak bildirme şartı koydum. İlk OSGB’de uzak ilçelere gitmeye başlamıştım ve hastalığım yüzünden zorlanıyordum.
2015 Ocak ayında gerekli ameliyatı geçirdim. Çocuklarım kalabildikleri sürece yanımda kaldılar. Oğlum evlenmişti. Eşi de gelip bana destek oldu. Bense bir hafta içinde toparlandım. Evimle ilgili bazı işlerimi çözdüm ve ikinci haftanın sonunda yeni OSGB’de işe başladım. Bu işyeri de evimden uzaktı ama göl manzaralı bir yoldan gidip geliyordum. İlk zamanlar bana söylendiği gibi saat 8’de işte oldum. Sonra söylendiği gibi olmadığını, birkaç kez ofis önünde bekleyince anladım.
İkinci OSGB’de hekimden beklenen tek şey uzmanın yanında gezmesiydi. Belki daha önce ki hekimler böyle davranmıştı. Aylık çalışma programı vardı ama bana verilmiyordu. Bir gün önceden ertesi gün nereye gideceğimi öğreniyordum. İkinci haftanın sonunda benden işyeri hekimliği yapmam değil de gerekli evraklara imza atmam istendiğini anlamıştım ve kendimi anlatmaya çalışıyordum. Ne yazık ki başarılı olamadım. 3. Haftaya girdiğimizde C sınıfı bir İSG profesyoneli ile il dışına gitmem gerektiği söylendi. Sabah erken saatte yola çıktık. İSG profesyoneli yolu karıştırdı çünkü durmaksızın konuşuyordu. Otobandan geri dönüp gitmemiz gereken işletmeye gittik. İşlerimizi bitirip dönüş yoluna girdiğimizde OSG’nin sahibi uzman arkadaşı aradı ve başka bir ile geçmemiz gerektiğini söyledi. Bu il bana verilen listede yoktu. OSGB sahibini arayarak durumu bildirdim. Telefonu yüzüme kapattı ve uzman arkadaşı aradı. Ardından geri döndük. Ertesi sabah işe gittiğimde tüm çalışanlar OSGB sahibinin odasındaydı ve ben girince kapı kapatıldı. Kısa bir süre sonra herkes odadan çıktı ve ben OSGB’nin sahibinin yanına çağırıldım. İçeri girmemle beraber adam ellerini iki yana ayırarak “sizin isteğiniz de bu sanırım sizinle yollarımızı ayırıyorum” dedi. Donup kaldım. “Tamam o zaman dedim ve bana verilen masaya giderek eşyalarımı topladım. Vedalaşmak isteyen personellerle vedalaştım ve ayrıldım. Evime döndüm.”
İşte o günden sonra 7 aylık işsizlik dönemim başlamış oldu. Bir süre yazdım, çizdim, okudum, düşündüm ama zaman geçmiyordu. Ekonomik birikimim hızla eriyordu. Halen okuyan 2 çocuğum vardı. İnternet üzerinden iş başvuruları yapmaya başladım. En sonunda yine bir OSGB’de iş buldum. Bir yıl kadar da bu OSGB’de çalıştım. Yine çok fazla işyerim vardı. Yine il dışına çıkıyordum. Bu kez 3 ayda bir başka bir ile gidip, gece otelde kalıp sabah yeniden çalışmaya devam edip akşam yola çıkıyorduk. OSGB’nin kendisi yemek ve temizlik işlerine baksın diye bir kadın çalıştırıyordu. Ne yazık ki sigorta kaydı yoktu çalışanın. Önceden çalıştığım sağlık ocağına geçici görevle gelen bir ebenin kızıydı. Elimden geldiğince moral destek olmaya çalışıyordum. Burada ona Ayşe diye hitap edeceğim. Ne yazık ki bu OSGB’nin de diğerlerinden bir farkı yoktu. İş sağlığı profesyonelleri çok düşük ücretlerle çalıştırılıyordu. Benim maaşım iyiydi. Altı bin lira alıyordum. Çalışanlara düzenli olarak eğitim veriyorduk, işe giriş ya da periyodik muayeneler de ise ciddi sıkıntı yaşıyordum. Tıbbi öykülerini alıp fizik muayenelerini gerçekleştirebileceğim ortamlara ulaşmam çok zordu. OSGB sahibimiz bir kadındı. Ay sonunda işletmelerin ödemesi gereken ücretler zarflar içinde İSG profesyonellerine teslim ediliyor onlar da söylene söylene benim yanımda işletmelere zarfları uzatıyordu. Anlayacağınız her işi yapıyorduk. Ay sonunda para geri dönüşünde sıkıntı olduğunda OSGB sahibinin canı sıkıldığında karşısında kimi bulursa onu azarlıyordu. Herkes kendi arasında başka bir işe geçmek istediğini söylemeye başlamıştı.
Her şey Ayşe’nin psikolojisinin giderek bozulması ile başladı. Mobbinge maruz kalıyordu. Bir gün onu psikiyatriye sevk ettim. O gün OSGB karıştı. Herkes Ayşe ile ilgili olur olmaz iddialar-da bulunmaya başladı. İddialar belden aşağı iddialardı ve çok çirkindi. Ben dinlemedim hiç birisini. Ertesi gün de şehir dışına çalışmaya git-tim. Gittiğim bir HES işletmesinde bekçi olarak çalışan biri ile görüşme yaptım ve geçirilmiş kalp krizi öyküsü olduğunu öğrendim, işletme sorumlusu ile konuşup iş değişikliği gerektiğini bildirdim. Dönüş yolunda Ayşe aradı ve işten ayrıldığını söyledi. Geç saatlerde OSGB’ye vardığımda Ayşe hariç herkes oradaydı. OSGB sahibi beni uzman odasına çağırdı ve bağırmaya başladı. Sorun HES’deki bekçi için iş değişikliği istemiş olmamdı. Bana bağırmaya hakkı olmadığını bu konuyu sakinleştiğinde konuşabileceğimizi söyleyip işyerinden ayrıldım. Bir süre daha orada çalıştım ama artık farkındaydım. Bu OSGB’de de suyum ısınmaya başlamıştı. Ayşe’ye sus payı bir miktar para ödendi. O da razı olup sustu.
Bir yılımın dolmasına yakın artık kendimi tamamen tükenmiş hissediyordum. Sonunda gittiğimiz bir inşaatta yaralanma ile sonuçlanan iş kazası oldu. İSG profesyoneline ne kadar ısrar etsem de inşaata gidip çalışanın durumunu, kazanın nasıl olduğunu öğrenmem engellendi. Bunun üzerine istifamı yazıp ayrıldım. İşsizlik dönemim 4 ay kadar sürdü. Kendisi de işyeri hekimi olan fakülte arkadaşım bir OSGB de iş olduğunu hekim aradıklarını söyledi. Gidip görüştüm ve işi kabul ettim. İki kamu kuruluşuna işyeri hekimi olarak gidecektim. Ne yazık ki bu OSGB maceram sadece 4 ay sürdü. OSGB sahibi hekimdi. Maaşın çok düşük bir miktarını bankaya yatırıyor geri kalanını elden veriyordu. Daha önce çalıştığım 3 OSGB de böyle ödeme yapıyordu.
OSGB çok karmaşıktı. Herkes bu OSGB’yi kendisinin kurduğunu, kendisinin ayakta tuttuğunu iddia ediyordu. İlk ayın sonunda “peki maaşımı kim ödeyecek diye sorduğumda” tabi ki OSGB’yi kuran hekim ödeyecek dediler. Ona sorduğumda ise çocuklarım okula başladı, senin maaş ile onlara okul masrafını giderdim dedi. Parça parça alabildim maaşımı. Bu 4 ay boyunca böyle sürdü. Herkes herkes hakkında gıybet yapıyordu.
Sonunda kamu kuruluşlarında biri az tehlikeli olduğu için sözleşmeyi iptal etti. Zaten ödenmeyen maaşım daha da düştü. Hekim arkadaşıma işten ayrılacağımı son ay maaşımı tam olarak ödemesini söyledim. Beni çok uğraştırdı. Telefonlarıma çıkmadı, işe gelmedi. Sonunda benden imza almak zorunda olduğu için işe geldi ve beni çağırdı. Maaşım cebindeydi. Parayı önce çıkarıp masaya koyuyor ardından tekrar cebine bırakıyordu. Sonunda vereceksen ver dediğimde parayı masanın üstüne attı. Gözlerin kamaştı değil mi dedi. Sustum parayı aldım ve çıktım.
Bir ay sonra sınıf arkadaşım yeniden aradı ve başka bir OSGB önerdi. Gittim. Yarı zamanlı olacaktım ve saatime 40 TL ödenecekti. OSGB sahibi iş güvenliği profesyoneliydi. İlk defa maaşım bankaya yatacaktı. Yine şehir dışına gidecektim. Her ay cumartesi günleri yapılan değerlendirme toplantılarına katılmak zorundaydım. Hiç birini sorun etmedim. OSGB’nin işleyişini anlamam 1 ayımı almadı. Her şey aynıydı. Gıybet inanılmazdı. Benden 1 ay önce işe başlayan hekim benden 1 ay sonra işten ayrıldı. Ayrılmadan önce bana bel altı pek çok söylenti aktarmayı ihmal etmedi tabi ki. Hepimizin içinde olduğu bir WhatsApp grubu vardı ve gece gündüz demeden OSGB sahibi emirler yağdırıyordu. İşyeri hemşiresinin işveren tarafından sözlü cinsel tacize uğradığına birebir şahit oldum. Bir süre sonra bu tacizler bana da yönelmeye başladı. İşimi yapmaya çalışırken elini omzuma atmalar, çekmesini istediğimde sen terbiyesizsin demeler başladı. 4. Ayın sonunda bir gece evde otururken telefondaki gruptan emirler yağdırmaya başladığında dayanamadım ve “yarın bunları yüz yüze konuşsak daha iyi olmaz mı dediğimde”, “ben çalışanlarımla konuşuyorum, sen ne karışıyorsun” yazdı ve o an ben işten ayrılmam gerektiğini fark ettim. Ertesi gün işe gittim. Kendisi ile konuşmak istedim. Baktım son derece aşağılayıcı davranmaya çalışıyor. Çıkıp istifa dilekçemi yazmaya başladım. O odasından bağırıyordu. Sessizce eşyalarımı alıp çıktım ofisten.
Bir OSGB maceram daha bitmişti. 2 ay sürecek bir işsizlik başlamıştı ama artık ben hiçbir şeyi dert etmemeyi öğrenmiştim. Ülkemde her şey hızla kötüye giderken özel hayatım birdenbire düzelmeye, güzel olaylar olmaya başlamıştı. Tüm tanıdıklarıma haber vermiştim. Sonunda bir OSGB’de işyeri hekimi arandığını öğrendim ve görüşmeye gittim. Yine yarı zamanlı çalışmam teklif edildi. 100 saat çalışacak ve 3 bin TL alacaktım. Yine yetmeyecekti ama hiç yoktan iyiydi. Beraber çalıştığım A sınıfı uzman ile kısa sürede anlaştım. Çoğunlukla beraber yolculuk ediyorduk. İşimi yapıyordum. İşim bittiğinde istediğimi yapmakta özgürdüm. Hobilerime yönelmiştim. Resim yapıyor, öykü yazıyordum. Sevdiklerime zaman ayırabiliyordum. Ankara’da yaşayan çocuklarıma sıkça gidiyordum. 2 ay yarı zamanlı çalıştıktan sonra tam zamanlı olarak alınacağım ve 5.500 TL maaş ödeneceği güvencesini almıştım ama zaman geçtikçe OSGB sorumlumuz sen yarı zamanlı devam et. Daha fazlasına ihtiyacımız yok demeye başladı. İş ortamı, çalışma arkadaşlarım çok iyi olduğu halde maaştaki düşüklük nedeni ile yeniden araştırma yapmaya başladım. Sonunda aynı sınıf arkadaşım beni arayarak kurumsal bir firmanın işyeri hekimi aradığını söyledi ve görüşmem için telefon numarası verdi. Bense o dönemde çalıştığım OSGB’ye ihanet ediyorum duygusunu yaşıyordum. Görüşmede çok sevdiğim kadın arkadaşımın yeğeninin İSG profesyoneli olarak çalıştığını ve maaşımın 7 bin TL olacağını öğrendim ve işi kabul ettim. Aynı gün telefonla çalıştığım OSGB’ye haber verdim. Çalışma ortamını ve iş arkadaşlarımı sevdiğim için ayrılmam çok zor oldu ama sonunda ayrıldım ve sonuncu yani 7. OSGB ye başladım.
Yedi aydır bu OSGB’deyim. İki yıl daha aktif olarak burada çalışmayı planlıyorum. Sonrasında hayatıma istediğim insan ve insanlarla paylaşarak devam etmek istiyorum.
İki yıl içinde ülkemiz nerelere savrulacak, bizler nerede olacağız bu bile belli değil. Çirkin bir rüzgar bizim gibi insanların üzerinde esiyor ve zaman zaman ateş topları ile dağlıyorlar yüreğimizi ama biliyorum biz inatla, dirençle yaşamaya devam edeceğiz ve mücadeleden hiç vazgeçmeyeceğiz.
Sevgi, direnç ve dostlukla kalın.
Mesleki Sağlık ve Güvenlik ve Dergisi, Sayı: 68-69 Nisan-Eylül 2018